15 Ağustos 2013 Perşembe

intikam sıcak yenmez.

Sıkıcı bir haftanın sonuna gelmiştik; beni mutlu kılan tek şey, haftasonunu en sevdiğim arkadaşlarımla geçirecek olmamdı. Uzun zamandır evimin neresi olduğunu bilmez bir haldeydim. İstanbul ve İzmir arasında gidip geldikçe, ezberlediğim virajlar, aklıma kazınan trafik levhaları, karmaşa ve koşuşturmaca içindeki mola istasyonları, bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar her geçen gün daha mide bulandırıcı hale geliyordu. Eskiden otobüs yolculuklarını severdim. Yılda 20 kez otobüse binene kadar.

Yaz tatillerini sevmiyorum. Nedenini pek düşünmedim ama bir önemi de yok. Kötü bir yıldı bu yıl benim için. Haritada hiç olmayan bir kasabayı arayıp durmak gibiydi. Yani olmayan bir şeylere inandırmak kendini. Zor bir yıldı evet. Beni sevdiğini söyleyen, ama yanımda olmayan bir adamla geçirdiğim 7 ay. Sonra bitti. Serkan.. Şimdi kırmızı bile adındaki kanı hatırlatır bana.

Oturup 9 buçuk hafta filmini izledim tekrar ve tekrar. Psikopati üzerine kitaplar okudum. Bir insanın normal hayatında çok sakin ve anlayışlı görünmeyi başarıp, gerçekte ne kadar psikopatlaşabileceğini, sınırının ne olduğunu anlamaya çalıştım. Karşımda canlı bir örneği vardı. Hayır, korkmuyordum. Hiç korkmadım. Korkmuş rolü yaptım belki, ama korkmadım. Ölüm bana ödül olurdu. Sonra bir insanın gözünün içine bakarak yalan söylemenin inceliklerini öğrendim aynı adamdan. Bana değil. Hiç yalan söylemedi. Ne dediyse yaptı, hakkını yiyemem. Ama insanlara yalan söyleme konusunda bir ustaydı. Rol yapmada üstüne tanımadım. Ve ben sevdim onu. Sinirlendiğinde dişlerini sıkışını sevdim. "Sus" diye bağırırken, boğazımı tutuşunu sevdim. Alt komşunun 8 yaşındaki oğlundan bile kıskanışını sevdim. Nefesim kesiliyormuş gibi hissettim zaman zaman. Bazen ağlamaktan nefes almayı unuttum. Kimi zamansa duvarları yumruklayacak kadar öfke birikti içimde.

Gittim İzmir'den. İstanbul'a döndüm. Gitmek ve dönmek fiilleri bile birbirine girmişti artık. Evim yoktu sanki. Yerim, yurdum yoktu. Boşluktaydım. Otel odalarında yaşıyor gibi eğretiydim iki şehirde de. Misafir çekingenliği, uzak akraba soğukluğu vardı içimde. Kendimi yatağa attım. Hiç konuşmadım. Telefonlara cevap vermedim günlerce. Bilmediğim onlarca numara.. İçtim. Çok içtim. Sonra sığamadım koskoca İstanbul'a. Geri döndüm İzmir'e. Yazdı, sıcaktı. Yazdan nefret ediyordum. Yazın o yapış yapış laubali havası beni daha da agresifleştiriyordu. Oysa kış, asildi. Mesafeliydi. İnsanın iliklerine işlerdi. Tüm hücrelerinde hissederdin kışın acımasız nefesini.

Serkan'ı görmek istiyordum, ama geldiğimi söylemedim. Nazlılar'da kaldım birkaç gün. Eve gitmek istemiyordum. Huzursuzdum.

İşte o sıkıcı haftanın son gününe gelmiştik. Tek dayanağım Nazlı ve Bora'yla geçireceğim haftasonuydu. Beynimi uyuşturmak istiyordum. Beni sinirlendiren, öfkelendiren, deliye çeviren şey 7 ayın boşa geçmiş olması değildi. Beni sinirlendiren, aynı ortamdan tanıdığımız ve varlığına bile tahammül edemediğim o sürtükle vakit geçirmesiydi. Aralarında ne olduğunu umursamıyordum. Yapmaya çalıştığı şeyin, oynadığı oyunun farkındaydım ve o, bu konuda çok başarılıydı. Haftasonlarını birlikte geçiriyorlardı. Üstelik nispet yaparmış gibi gözüme sokuyordu bunu. Daha önce de telefon açıp, hiçbir şey söylemesine fırsat vermeden küfür ederek kapatmıştım yüzüne; ama bu sefer tuttum kendimi. İçimde isim veremediğim bir duyguyla boğuşuyordum. Belki saplantıydı, belki de alışkanlık. Ama kesinlikle aşk değildi.

Nazlı huzursuz olduğumun farkındaydı. Aldığı ayakkabıları, çantaları göstererek beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Ben de, işe yaradığını düşünmesi için gülümsüydum her giydiği ayakkabıya bakarken. Gece dışarı çıktık. Sürekli gittiğimiz bara gidip oturduk. Saat daha erkendi. Her zamanki gibi votka söyledim. Buzsuz. Uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımla görüştük, sohbet ettik. İşin aslı; onlar anlattı, bense izledim. Dinlemedim. Sadece baktım yüzlerine. Arada dinliyormuş gibi görünmek için bir kaç kelime mırıldandım, başımı salladım. Bora ve Nazlı beni neşelendirmek için uğraşıp duruyorlardı. Beynimi uyuşturmaya ihtiyacım vardı. Nazlı Serkan'la ilgili tüm hikayeyi biliyordu. Kızgındım. Sindiremiyordum. Aklımda tek bir düşünce vardı; oraya birlikte gelmeleri.

Koray abi'yi çok severdim, barın sahibi. Kavga çıkarmam beni ona karşı mahcup ederdi ama umrumda değildi. Oraya gelmelerini istiyordum. Kimsenin ayırmaya bile cesaret edemeyeceği kadar büyük bir patlama yaşardım o anda o bara girselerdi. Ama gelmediler.

Onun yerine iki adam girdi bara. Boralar'la selamlaştıktan sonra masamıza oturdular. Tanıştık. "Merhaba. Candaş." dedi biri. Elini sıktım. Adımı söylemedim. Diğerinin adını hatırlamıyorum. Nazlı 10 dakikada bir bana iyi olup olmadığımı soruyordu. İyi değildim. "İyiyim" diyerek gülümsüyordum yine de her seferinde. Ben huzursuzum diye, etrafımdakileri de huzursuz etmek istemiyordum sadece.

Burçak geldi sonra. Biraz olsun rahatladım. Onunla sohbet etmeyi seviyordum. Hep pozitifti. Her zaman gülecek ve güldürecek bir şeyler bulurdu. Güldük sonra hep beraber. Saat 12 olmuştu. Hapları attık aynı anda. Üstüne büyük bir yudum votka. Uzun zamandır bütün uyuşturuculardan uzak durmuştum. Ama o gün almalıydım. Unutmalıydım. Neyi unutmam gerektiğini unutmalıydım. 15 dakika bile geçmeden patladı. Herkes şaşkındı. Sabahtan beri hiçbir şey yememiştim sırf bunun için. Ve psikolojim yerlerdeydi. Düşeceğimi biliyordum ama yine de aldım. Ne olacaksa olsun artık diye düşünüyordum. Hiçbir şey, içine hapsolduğum ruh halinden daha kötü olamazdı çünkü. Diğerlerinin de kafası gelince kalktık mekandan. Müzikli bir yerlere gittik. Deli gibi dans ediyordum.

Barda oturan bir adam tüm gece boyunca beni seyretti. Uzun saçları yüzüne dökülmüştü. Viski içiyordu, gözünü benden hiç ayırmadan. Seyrettiğini görüyordum. O adam için dans ettim. Arada gülümsüyordu. Ama ben tepki vermedim. Sonra Candaş geldi yanıma. Benimle dans etmeye başladı. Barda oturan adamın yüz ifadesi değişti. Artık gülümsemiyordu. Biraz daha dans ettikten sonra mekandan çıktık. Başka mekana gittik. Her gece tıklım tıklım olan gece kulübü o akşam daha boştu. Aklıma gelmiyordu artık Serkan. Düşünmüyordum. Hiçbir düşünce yoktu kafamda. Kafamın içi bomboştu. Tam da istediğim gibiydi her şey. O kadar huzurluydum ki, o anda ölmek istedim. Hayatımın en mutlu anlarında ölmek isterim hep. Hatırladığım son şeyin o mutluluk olmasını isterim. Ama ölmedim. Gece yeni başlıyordu.

Candaş sürekli yanımdaydı. Konuşmuyorduk. Zaten müziğin gürültüsünden birbirimizi duymamız da mümkün değildi. Sadece dans ettik. Elimden tutup beni dışarıya çıkardı. Hiçbir şey söylemedi. Ben de sormadım. Dışarıdaki masalara oturduk. İki tane sigara çıkarıp yaktı, birini bana verdi. Sonra bir an daldım işte ben. Serkan'ın sigara yakıp bana uzatışı geldi aklıma. Düşmeye başladım. Ama hala hiçbir şey hissetmiyordum. Daldığımı görünce Candaş beni neşelendirmeye çalıştı bir süre. "İnsan seni izlemeye doyamaz" dedi. Cevap vermedim. Kül tablasına gözümü dikmiş bakıyordum. Kül tablasını çekip eğildi baktığım yere. sonra gülümsedi, "Hadi dans edelim" deyip kaldırdı beni masadan. Elimden tutuyordu. İki adım arkasından onu izliyordum. Hakkında hiçbir şey bilmediğim ve merak etmediğim bir adamın elinden tutuyordum. İçimde en ufak bir duygu kırıntısı bile yoktu. Sanki o anda dünyanın sonu gelse, oturur bir sigara yakar ve insanların koşuşturmalarını seyrederdim. İçeri girdik. Dans ettik bütün gece, sabaha kadar. Sarıldık. Öyle kaldık bir süre. Sabah oldu. Mekanda müzik bitti. "Kapatıyoruz" sesleri yükselmeye başladı. Hala patlıyordum. Ama son demlerindeydim.

Burçak Alsancak'ta tek başına yaşıyordu. O yüzden en uygun ev onun eviydi ve oraya gittik. İçmeye devam ettik yine. Artık ne nerede olduğumun, ne de yanımdakinin kim olduğunun bilincindeydim. Hiçbir şey umrumda değildi o anda. Serkan'la ilgili tek bir düşünce bile yoktu kafamda. Hatta kafamın içi o kadar boştu ki, düşündüğüm bir şey üzerinde 2 saniyeden fazla odaklanamıyordum. Konuşurken cümlenin sonuna gelmeden başını unutacak kadar kısalmıştı hafızam. Hiç bitmesin istiyordum. Ölene kadar kafam güzel yaşayayım. Hiçbir şeyi düşünmeden.

Candaş elimi tutuyordu. Nazlı'nın 10 dakikada bir sorduğu "İyi misin" sorularını bu kez Candaş sormaya başlamıştı. Sürekli bana bir şey olacak korkusu yaşıyor gibiydi. Göğsüne kafamı koydum. Kolumu beline sardım. Sımsıkı sarılıyordu. Kalkıp kaçmama engel olmak istermiş gibi sıkı sarılıyordu. Orada sızdım. Beni kucağına aldığında uyandım. Ama uyuyormuş gibi yapmaya devam ettim. Yatağa yatırdı beni. Herkes sızmıştı. İkimiz vardık sadece. Üzerimi örttü. Yanıma uzanıp sarıldı. Uyumuyordum. Ama hiçbir tepki vermedim. Öğlen olmuştu. Birkaç saat öylece yattık. Saçlarımla oynuyordu. Sonra insanlar uyanmaya başlayınca biz de kalktık. Evden çıkarken sol yanağımdan öptü. Hiçbir şey söylemedi. Ben de hiçbir şey söylemedim. İstanbul'a geri döndüm o gece.

Geçen haftaya kadar görmedim hiç Candaş'ı. Telefonunu bile bilmiyordum. Bulmak için de uğraşmadım. Beni sormuş Boralar'a birkaç kez. İstanbul'da olduğumu söylemişler. O da bana ulaşmaya çalışmadı hiç.

Ben yine hapsettim kendimi eve İstanbul'a döndüğümde. Çıldırmanın eşiğine geldiğim sırada ani bir kararla çantamı hazırlayıp İzmir'e gittim. Kimseye haber vermedim. Çıktım evden öylece. Nazlılar'da kalmadım bu sefer. Eve gitmek istedim. Ne hissedeceğimi görmek istiyordum. Candaş elimi tuttuğunda bir mucize gerçekleşti sanki. Artık Serkan'ı düşünmüyordum. Kafamın içi bomboştu. Candaş aklıma geliyordu bazen. Bana bakmaya kıyamayan o hali. Ama ona karşı da hiçbir his yoktu içimde. Bomboştum. Hislerimi tamamen kaybetmiş gibiydim.

Gece dışarı çıktık yine Boralar'la. Her zamanki mekanımıza gidip her zamanki masamıza oturduk. Sonra Serkan girdi içeri. Hiçbir şey olmamış gibi tokalaştık. Geçip oturdu karşıma. Ben sigaraları arkası arkasına yakarken; o, gözünü hiç ayırmadan beni seyrediyordu. Bir ara konuşacak gibi oldum ama sustum sonra. Kendimi sakinleştirdim. Sigarayı söndürürken "Ellerini uzat bakayım" dedi. "Ne var?" dedim. "Ellerin mi titriyor?" diye sordu. Cevap vermeden öfkeyle baktım gözlerine. Sonra garsonun getirdiği bira şişesi girdi bakışlarımızın arasına. Kafamı başka yöne çevirdim.

Burçak geldi. Onunla selamlaşmak için ayağa kalktığımda arkasında duran Candaş'ı gördüm. Olduğum yere çakılıp kaldım sanki. Bana doğru yürüdü ve hiçbir şey söylemeden sımsıkı sarıldı. Derin ve sesli bir nefes aldı. Ben de hiçbir şey söylemeden sadece sarıldım. Birkaç saniye öyle kaldık. Geçip oturdum masaya. Candaş da yanıma oturdu. Serkan her zamanki gibi kaşlarını çatmış Candaş'a pis bakışlarını fırlatıyordu. Bir anlığına göz göze geldiler. Sonra Candaş bana bakıp gülümsedi ve sarıldı. Masadakilerle sohbet etmeye başladı. Candaş orada olduğu için kendimi huzurlu hissediyordum. Ama ona yakın davrandığım için Serkan'ın kendisine nispet yaptığımı düşünmesini istemiyordum. O yüzden mesafeliydim.

Gecenin sonunda mekandan kalkarken Serkan arkamızdan bakıyordu. Kapıdan çıkarken dönüp arkama baktım. Yerinden kalkıp beni durdurmasını istiyordum. Kıpırdamadı bile. Küfür eder gibi baktı sadece. Yolda yürürken birden ağlamaya başladım. Alkolden bu yüzden nefret ediyordum. Çünkü duygusallaştırıyordu beni. Ama uyuşturucu öyle değildi. Beynimi tamamen donduruyordu. Hiçbir düşünce yol alamıyordu zihnimin içinde. Ağladım dakikalarca. Candaş ne olduğunu anlamıştı. "Yanına dönmek ister misin?" diye sordu. "Hayır" dedim. "Peki onu dövmemi ister misin?" dedi gülerek. Ben de güldüm. Sonra geçti ağlamam. Sarıldım Candaş'a. Yanındayken mutluydum.

Ertesi gece aynı barda onu sevgilisiyle el ele görene kadar, aşık olabileceğimi bile düşünmüştüm.

(devamı gelebilir..)