22 Ocak 2014 Çarşamba

aşkım lusin.



Birlikteliklerinin dördüncü ayında Yosef, bulutlu ve soğuk bir perşembe sabahı Lusin'i bir banka oturmuş avucunun içinde tuttuğu bir böceği incelerken buldu. Yanına oturup "Günaydın" dedi ne yapmaya çalıştığını merak ederek. "Günaydın sevgilim" diye karşılık verdi Lusin. Avucunun içinde gezen böceğe dikkatlice bakmaya devam ediyordu. "O nedir?" diye sordu Yosef.

-Bir böcek.
-Böcek olduğunu görebiliyorum. O böcekle ne yaptığını soruyorum.
-Böcekle ne yaptığımı sormadın ki. Bunun ne olduğunu sordun, ben de bir böcek olduğunu söyledim. Böcekle ne yaptığımı sormuş olsaydın cevabım ona göre olurdu.
Lusin'in sesindeki öfkeden yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu kolaylıkla anlaşılabiliyordu fakat Yosef bunun üzerinde fazla durmayıp "Hadi birer kahve içelim" diyerek Lusin'i kolundan tuttuğu gibi oturduğu banktan kaldırdı. Lusin yere eğilerek böceği nazikçe çimenlerin üzerine bıraktı.

-İki kahve. Biri soğuk sütlü, diğeri sade.
-Başka bir isteğiniz?
-Hayır, teşekkürler.

Yosef, kahvelerin parasını öderken, Lusin etrafındaki insaları dikkatle ve hayretle inceliyordu. "Neyin var?" diye sordu Yosef, kahvelerin hazırlanmasını beklerken.
-Artık şiir yazamıyorum.
-Bunun için mi canın sıkkın?
-Şu anda tek problemim bu gibi görünüyor.
-Peki neden yazamıyorsun?
-Çünkü mutluyum. Acı ve mutsuzluk şiirin ilham kaynağıdır. Ama ben aylardır acı çekmiyorum ve bu yüzden de şiir yazamıyorum.

Yosef kahveleri alırken Lusin'e gülümseyerek "Bunda üzülecek ne var?" diye sordu. Lusin şiir yazmaktan büyük keyif duyan, kendi şiirlerini tekrar ve tekrar okuyan, bazen hoşuna gitmeyen yerlerini değiştiren bir şairdi. Kendisine şair denmesinden hoşlanmasa da, şiirlerini gönderdiği bazı haftalık ve aylık edebiyat dergileri ondan Şair Lusin Kanditan diye bahsediyordu. Ama Lusin artık acı çekmediği gerekçesiyle şiir yazmayı bırakmıştı. Hiçbir şeyin kendisine ilham vermediğini düşünüyordu. Zaten Lusin'e göre mutlu şiir olmazdı. Şiir içinde acıyı da barındırmalıydı.

Pencerenin yanına çektiği masanın üzerindeki daktilosuyla birkaç satır yazdıktan sonra yine sinirlenerek kağıdı yerinden söktüğü gibi buruşturup fırlattı. Yerde birikmiş onlarca buruşturulmuş kağıda bakıp "Olmuyor işte, yazamıyorum" diye söylendi kendi kendine. Aynı sıralarda Yosef evde yeni hazırladığı tuvallere resim yapmakla meşguldü. Elindeki fırça ve paleti masanın üzerine bırakarak ısrarla çalan telefona doğru yürüdü. Lusin ağlamaklı bir ses tonuyla "Gelsen iyi olur" dedi. "Hemen çıkıyorum" diyerek telefonu kapatıp üzerindeki boyalı kıyafetleri değiştirmek için yatak odasına gitti. Komodinin üzerinde duran beyaz deri kaplı deftere takıldı gözü. Gerçekten de bir zamanlar Lusin'in ne kadar güzel şiirler yazdığını düşündü. Lusin kendi el yazısıyla yazdığı şiir defterini kısa bir zaman önce Yosef'e hediye etmişti. Yosef, Lusin'in şiir defterine ne kadar önem verdiğini bildiğinden bu ince davranışı karşısında çok duygulanmış ve ertesi gün büyük bir papatya demetiyle gitmişti Lusin'in kapsına. Çünkü Lusin'in en sevdiği çiçek hiç kuşkusuz papatyaydı. Lusin papatyaları görünce yüzünde kocaman bir gülümsemeyle içeri davet etmişti Yosef'i. O gün Lusin'in yaptığı güzel yemekleri yerlerken Yosef ne kadar da şanslı bir adam olduğunu düşünüp durdu gece boyunca.

Gözünde o günle ilgili anılar canlanırken, giyinip evden çıkmıştı bile Yosef. Hızlı adımlarla arabasına doğru yürüdü. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı ama aynı zamanda Lusin'in içinde bulunduğu bu sıkıntılı durum yüzünden de düşünceliydi. Belki de böylesi O'nun için daha iyidir diye aklından geçirerek, Lusin'in acı çekmeyi kendisinin tercih ettiğine ve böylece şiir yazmaya tekrar başlayabileceğine ikna oldu.

Yosef sorunlar karşısında kolay pes eden ve onlarla nasıl başa çıkabileceğini bilmediği için yokmuş gibi davranmayı tercih eden biriydi. Bu yüzden Lusin'in bu umutsuz halini kendince önemsizleştiriyor ve düzelmesi için ne yapacağını bilmediği için kendi kendine düzelmesini bekliyordu. Lusin farkında olmadan bir kara deliğin içine girmiş gibi dibe doğru batıyor ve bunun sebebi olarak şiir yazamamısını bahane ediyordu.

Kapı çaldığında oturduğu sandalyede kendini geri iterek bir süre daktilosuna baktı ve yavaşça yerinden kalkıp kapıya yöneldi. Kapıyı açmadan önce hemen solunda duran aynada saçlarını düzeltti ve kapıyı açtı.  Yosefin sıcacık gülümsemesi ve hemen ardından gelen samimi sarılma bile Lusin'in içini biraz olsun rahatlatmaya yetmedi. Gözyaşlarını tutamıyor ve küçük bir kız çocuğu gibi hıçkırarak ağlıyordu. Yosef içeri girerek kapıyı kapattı ve Lusin'e tekrar sarıldı. Hiçbir şey söylemeden bir süre öylece durdular. Sonra Yosef, belinden tutarak salona kadar getirdi Lusin'i. Üçlü yeşil kanepeye oturtup kendisi de yanına oturdu. Gözyaşlarını silmeye çalışıyordu ama Lusin ağlamayı kesecek gibi görünmüyordu. Ne yapacağını bilemez halde olan Yosef mutfağa giderek bir bardak su ve biraz peçete getirdi. Keyfi fena halde kaçmıştı. Zaten sorunlarla nasıl baş edeceğini hiçbir zaman bilememişti. En ufak bir sıkıntı Yosef için dünyanın sonu demekti. Bütün keyfi kaçar, dünyası başına yıkılırdı. Bu yüzden Yosef de kendi içine kapanıp öylece Lusin'in yanında oturarak çaresizce onu izlemeye devam etti. Bir süre sonra Lusin'in hıçkırıkları arasındaki zaman arttı ve gözyaşları giderek azaldı. En sonunda ağlamayı tamamen bırakıp Yosef'e sarılarak uyuyakaldı. Yosef Lusin'i yatağına taşıyıp üzerini yavaşça örttü ve ışığı kapadıktan sonra yanına yattı.

Lusin'in bu sancılı dönemi bir süre daha böyle devam etti. Yosef her seferinde Lusin'in yanında olmak istese de bilinçsizce ona karşı soğuk davranıyor ve ne yapacağını bilemediği için hiçbir şey yapmamayı tercih ediyordu. Yosef öylesine içine kapanmıştı ki, okuldan çıkar çıkmaz eve koşuyor ve resim yapmaya başlıyordu. Boyadığı tuvaller evin her tarafını doldurmuş ve evde adım atacak yer kalmamıştı. Lusin evden hiç çıkmıyor, okula gitmiyor ve bütün gününü uyuyarak geçiriyordu.

Bir sabah kalktı ve daktilosunun başına oturdu. Bir kaç harfe tereddütle bastıktan sonra hızlı bir şekilde yazmaya devam etti. İlk sayfayı doldurur doldurmaz ikincisine geçti ve ardından üçüncü, dördüncü ve beşinci sayfaları doldurarak yarım saat içinde 27 tane şiir yazdı. Şiirlerinin hepsi Yosef'e ithafen yazılmıştı. Mutlu şiirler değillerdi. Zaten Lusin'in de pek mutlu bir dönemde olduğu söylenemezdi. Şiirlerinde daha çok Yosef'in sevgisizliğinden ve ilgisizliğinden bahsediyordu. Oysa Yosef Lusin'i oldukça seviyor ve ona değer veriyordu fakat bunu göstermeyi pek beceremiyordu. Lusin yazdığı şiirleri tekrar okuyup kendi kendine gülümsedi. Katlayıp çantasına koyduğu şiirlerle birlikte evden çıktı. Kütüphanenin önünde sigara içerken Lusin'in geldiğini gören Yosef büyük bir heyecanla ona doğru koştu. Gülümsediğini görünce daha da mutlu olup Lusin'e sıkıca sarıldı. “Sanırım hallettim” dedi Lusin. “Neyi hallettin?” diye sordu Yosef.
“Mutsuzluğumun sebebi şiir yazamamak değilmiş. Kendimi eve kapadığım süre boyunca düşündüm ve karar verdim ki mutsuzluğumun sebebi senin ilgisizliğin ve sevgisizliğin sevgili Yosef. O yüzden bu duruma artık bir dur dememiz gerektiğine karar verdim. Bu akşam güzel bir yemek yiyerek bu konuyu konuşalım.”
Yosef şaşkınlıktan sudan çıkmış balığa dönmüştü. Biraz önceki neşesinden eser kalmamıştı. Yine de Lusin'i en azından konuşurken ve gülerken gördüğü için mutluydu. Akşam okuldan çıktıktan sonra bir restorana gidip yemek siparişi verdiler. Lusin içinde biriktirdiği ve söylemezse onu daha da mutsuz edecek olan ne varsa anlattı Yosef'e. Yosef başlarda bozulsa da Lusin'e böyle şeyler hissettirdiği için kendini suçladı. “Seni sevdiğimi biliyorsun” diye söze başladı Yosef.
-Seninle ilgilenmediğimi de nereden çıkardın?
-Sahi seviyor musun? Çünkü bunu ilk defa duyuyorum.
-Evet bunu çok sık dile getiren biri değilim ama sevdiğimi biliyor olman lazım.
-Sık değil Yosef, hiç! Hiç! Birlikte olduğumuzdan beri bana hiç beni sevdiğini söylemedin. Hep ben bunu tahmin etmek zorunda kaldım. Ve inan bana bu tahminler gün geçtikçe zorlaşmaya başladı.
-Seni seviyorum. Bundan nasıl şüphe edebilirsin?
-Bazı şüphelerim yok değil, evet. Ama sen bu şüphelerimi ortadan kaldıracak hiçbir şey yapmıyordun. Bu yüzden de daha çok umutsuzluğa kapıldım.
-Özür dilerim sevgilim. Sorunun benle ilgili olduğunu bilseydim daha farklı davranırdım.
-Sorun seninle değil, senin ilgisizliğinle alakalı Yosef. Beni sev biraz. Beni çok sev.
-Seni çok seviyorum zaten.

Yosef o gece ilk defa Lusin'e onu sevdiğini söylemişti.