24 Ocak 2014 Cuma

beyaz bir kuğu kadar güzelsin.



Yosef ve Lusin birlikteliklerinin yedinci ayında aynı evde yaşamaya başlamışlardı. Lusin bir yolunu bulmuş, böyle bir duruma pek de gönlü olmayan Yosef'i ikna edebilmişti. Günleri monoton ama çok da sıkıcı olmayan bir tempoda geçiyordu. Aslında ikisi de, kendisinin bu ilişkiyi yürütebilmek için fazla çaba sarf ettiğini düşünüyordu. Bir bakıma doğruydu da. Yosef, Lusin'in bitmek tükenmek bilmeyen kıskançlık krizlerine tahammül ediyor ve Lusin de kendisini gören her erkek tarafından onlarca iltifat duymasına rağmen, Yosef'in ilgisiz tavırları karşısında kendi sabrını deniyordu.

Yaz yaklaştıkça mezuniyet telaşı arttı ve sınav stresiyle birbirlerine pek vakit ayıramaz oldular. Lusin, Yosef'e aşıktı. Ama gün geçtikçe hayal kırıklıkları birikiyor ve içinde sorgulamaya korktuğu bir boşluk oluşuyordu. Yine de çok fazla üzerinde durmadan, hissettiği her kırgınlığı sineye çekmeyi tercih ediyordu. Aslında her şeyin düzeleceğine karşı olan umudu oldukça fazlaydı. Okul bittikten sonra, bir işe gireceklerini, evleneceklerini ve hatta belki de birbirinden güzel üç ya da dört tane çocukları olacağını hayal ederek eritiyordu içindeki buzları. Çünkü Lusin, marjinal görüntüsünün altında oldukça geleneksel ve evcimen bir kişilik barındırıyordu. Dışarıdan görenler kolaylıkla onun tanıdıkları herkesten farklı olduğunu düşünebilirdi fakat Lusin sıradan ve sade bir hayat istiyordu. Hayalleri hiç de o kadar karmaşık değildi. Belki de yaşıtlarının çoğunluğunun kurduğu hayallerle birebir aynıydı. Çünkü Lusin, bir ailenin değerini ve sıcaklığını henüz küçük yaşlarındayken öğrenmişti. Evleri hep kalabalık olmuştu çocukluğunda. Annesi, babası, büyükannesi, büyükbabası, halası, eniştesi, iki kuzeni, bir kızkardeşi ve iki ağabeyiyle birlikte mutlu ve büyük bir ailede büyümüştü Lusin. Yosef ise henüz 8 yaşındayken öğrenmişti evliliğin o kadar da mutlu bir şey olmadığını. Annesi ve babasının sürekli devam eden kavgaları ve nihayetinde boşanmaya karar verdiklerinde bunun bir aile dramına dönüşmesi Yosef'in evliliğe bakışını önemli ölçüde etkilemişti. Yosef evin tek çocuğuydu. Bu yüzden bencildi biraz. Lusin'in mutlu aile tablosuna bakıp da aynı güzel duyguları hissetmesi pek mümkün değildi.

Uzun ve sıkıcı bir sınav döneminden sonra nihayet rahat bir nefes alabilmişlerdi. Artık ikisi de okulu bitirmiş olmanın verdiği rahatlıkla biraz olsun hafiflemiş ve coşkulanmışlardı. O yaz tatil planları yaparken, yaptıkları bütün planları alt üst eden bir telefon geldi. Lusin, telefona doğru yürürken kalbinin yerinden çıkacak gibi attığını, içinin sıkıldığını hissediyordu. Sanki kötü bir haber vermek için çalıyordu telefon. Lusin'in içine doğmuştu telefonu kapattıktan sonra gözyaşlarına boğulacağı. Gözyaşları akmaya hazır bir haldeyken telefonu açtı.

-Efendim?
-Lusin..
-Baba?
-Anneni kaybettik kızım.
-...
-...

Daha fazla konuşamadı babası da, Lusin de. Yine de telefonu kapattığında zannettiği gibi bir ağlama krizine tutulmadı Lusin. Telefonun başında kaskatı kesilmiş, hiç kıpırdamadan duruyordu sadece. Yosef, kötü bir haber aldığını tahmin ettiğinden ve sormaya cesaret edemediğinden yavaşça oturduğu yerden kalkıp Lusin'e doğru yürüdü. Lusin hala kıpırdamadan dikiliyordu telefonun yanında. Yüzünde hiçbir ifade yoktu ve gözlerini hiç kırpmadan tam karşısında duran tabloya bakıyordu. Ya da daha da ötesine. Yosef sonunda bütün cesaretini toplayarak sordu: "Kötü bir haber mi?" Lusin, sanki onu duymuyormuş gibi hiçbir tepki vermedi.

-Lusin! Sevgilim iyi misin? Ne olmuş söylesene.
-Annem..

Daha fazla konuşamadı Yosef de, Lusin de. Birbirlerine sıkıca sarılıp öylece durdular. Neden sonra Lusin olayın şokunu atlatıp hıçkırarak ağlamaya başladı. Yosef ona sarılmaya devam ediyor ve bir yandan da ne diyeceğini bilemiyordu. Lusin'in ağlaması yavaşlayıp nefes alıp verişleri normale döndüğünde "Hadi giyinip çıkalım" dedi Yosef. Ailesinin yaşadığı eve doğru giderlerken, arabada tam da duruma uygun olarak bir ölüm sessizliği vardı. Eve vardıklarında kapının önünde yığılı ayakkabıları ve terlikleri zorlukla geçerek içeriye girdiler. Lusin babasına doğru koşup boynuna sarıldı ve tuttuğu için boğazında büyük bir yumru oluşturan gözyaşlarını serbest bıraktı. Yosef Lusin'in iki adım gerisinde durmuş, babasıyla tanışma sahnesini bu şekilde hayal etmediği için nasıl davranması gerektiğini kafasında tartıyordu. Aslında Lusin'in babasıyla tanışma sahnesini ne böyle ne de herhangi başka bir şekilde hayal etmemişti. Ailelerle tanışma işini hep ertelemiş, hatta kendi ailesine Lusin'den hiç bahsetmemişti bile. Lusin'in annesi Yosef'in varlığından haberdar olsa da onu tanıma fırsatı bulamadan ölmüştü. Biricik kızını kime emanet ettiğini öğrenemeden ayrılmıştı aralarından.

Annesinin ölümünden sonra Lusin bir süre babasıyla ve büyükannesiyle birlikte kaldı. Yosef'le ayrı geçirdikleri günlerde onu özlüyor ve yanında olmasını diliyordu fakat Yosef yeni girdiği iş sebebiyle çok sık Lusin'in yanında olamıyordu. Birkaç ay sonra Lusin Yosef'le birlikte yaşadıkları eve geri döndü. Annesinin ölümüne kendini alıştıramamış ama çocukluk anılarının bulunduğu o evde kalmasının kendisine pek de iyi gelmediğini fark edip oradan uzaklaşmak istemişti. Yosef Lusin'e her akşam çiçekler getiriyor, onu neşelendirebilmek için her iş çıkışında farklı bir plan yaparak Lusin'i dışarıya çıkarmaya ikna ediyordu. Buna rağmen Lusin, bütün yaşama sevincini kaybetmiş gibiydi. Yaşadığı travmayı atlatabilmek için büyük bir çaba sarf ediyor ama bütün çabaları sonuçsuz kalıyordu.

Birlikteliklerinin birinci yıldönümünde Lusin kendini iyice toparlamış, geçici de olsa bir iş bulabilmişti. İşten çıkıp büyük bir heyecanla eve giderek üzerini değiştirdikten sonra aldığı hediyeyi özenle paketledi. Üzerine küçük bir not iliştirmeyi de ihmal etmedi. Kısa bir şiir yazmıştı Yosef için. Yüzünde tatlı bir tebessümle pakete ve üzerindeki nota son bir kez bakarak hediyeyi yanına alıp Yosef'le buluşacakları restorana doğru yola çıktı. Gittiğinde Yosef, masadaki koca bir papatya demetiyle onu bekliyordu. Lusin'i görünce ayağa kalkıp, yanına gelene kadar gülümseyerek onu hayranlıkla seyretti. Bir yıl geçirmiş olmalarına rağmen yıllardır ona aşık gibiydi. Aslında kendi hislerini de pek sorgulamazdı Yosef, ama Lusin'i sevdiğine emindi. Yemeklerini sipariş ettikten sonra şarap kadehlerini ellerine alıp ömür boyu mutluluklarına kadeh kaldırdılar. Lusin, ömür boyu mutlu olma fikrini beğenip çocuk gibi gülümsedi Yosef'e. Annesini kaybettiğinden beri çok az konuşur ve neredeyse hiç gülümsemez olmuştu. Yosef, onun bu mutlu halini görünce daha da mutlu oldu. Cebindeki kutuyu çıkarıp özenle açtıktan sonra Lusin'e uzattı ve o sihirli soruyu sordu: "Benimle evlenir misin?"