İki gündür, üç şişe şarap, iki bardak çay ve bir paket fındık dışında hiçbir şey girmedi mideme. Epey de sigara içmişim ama kül tablasını boşaltmaya üşendim. Dün deli gibi bir yağmur vardı dışarıda. Marketin kapanmasına yarım saat kala üzerime ince bir mont alıp, boynuma da bir şal dolayıp attım kendimi sokağa. Dışarısı o kadar da soğuk değildi. Hızlı adımlarla ve gözyaşlarıma karışan yağmura aldırış etmeden markete kadar yürüdüm. Biraz ıslandım ama yine de elimde taşıdığım şemsiyeyi açmadım markete gidene kadar. Doğruca alkol reyonuna gidip votkalara kısa bir bakış attıktan sonra şarap almaya karar verdim. Evde yağ bitmişti. Gitmişken onu da aldım. Eve dönerken alt geçidin orada biraz tedirgin oldum önümde yürüyen sarhoş adamdan ama yavaşlatmadım adımlarımı. Ayak seslerimi duyunca aniden durup arkasına döndü adam. Göz göze gelmemeye özen gösterip geçtim gittim yanından. Bir sigara çıkarıp yaktım. Apartmanın önüne gelene kadar sigaram bitmişti. Yağmur hiç durmamıştı.
Gece tam ilk şişe şarap bitmek üzereyken, bir kavga kıyamet dışarıda. Saat gece yarısına 10 var. Sanırsın deprem oluyor. Cam çerçeve sesleri, bağırışlar, haykırışlar. Diğer site sakinleri gibi ben de koştum balkona. Açtım kapıyı, baktım herkes camlarda. Sesin nereden geldiği anlaşılmıyor. Herkes birbirine soruyor "N'oluyor?" diye. Yan balkondaki komşuyla göz göze gelince ben de sordum, laf olsun diye. "N'oluyor?" Biraz sarkıp sesin geldiği tarafa bakmaya çalıştım ama ağaçlardan hiçbir şey görünmüyordu. "Ben de anlamadım ki" diye cevap verdi yan komşu. Biraz daha bakındıktan sonra "İyi geceler" deyip girdim içeriye. Ama sesler susmadı. Bu sefer evin dışına çıkmış olmalılar ki daha yakından geliyordu sesler. Merakıma engel olamayıp tekrar çıktım balkona. Birileri polis çağırıyordu telefonda. Bir kadın ağlayarak bağırıyordu, adamın sesi daha kızgın geliyordu. Ve bir şeyler kırılıp parçalanmaya devam ediyordu. "Bütün çiftler kavga eder arada" diye mırıldanıp kendi kendime, içeriye girdim. Tekrar televizyonun karşısına geçip aldım şarap şişesini elime. İlk şişe bittiğinde biraz sarhoştum ama aldırış etmeden ikinci şişeyi de açtım. Uyumam mümkün değildi. Beynim uyku konumuna geçemeyecek kadar fazla uyaranla boğuşuyordu. Düşünmemeye çalıştıkça daha da çok düşünüyordum. İkinci şişe bittiğinde sızmak üzereydim. Yatağa gitmeye çok üşendiğim için ve hiç içimden gelmediğinden salondaki kanepede sızmışım.
Rüyamda yine yağmur yağıyordu. Çok güzel bir kuş gördüm sonra. Kuşun fotoğrafını çekmeye çalışıyordum. Üstelik mutluydum da. Daha önceden olduğu gibi. Gülümsüyordum rüyamda. Mutluluğum o kadar gerçekti ki, uyandığımda bir süre rüyama geri dönebilmek için tekrar uyumaya çalıştım ama olmadı. Sabaha karşı üşüyerek uyandım. İsteksizce yatak odasına doğru gittim yavaş adımlarla. Telefonumu şarja takıp kendimi yatağa bıraktım ve uykuya kaldığım yerden devam ettim. Sabahın 8 buçuğunda açtım tekrar gözlerimi. Gece sızmadan önce en son saate baktığımda 3'ü geçiyordu. Ama uykumu almış hissediyordum. Yine de yataktan kalkmak gelmedi içimden. Bir süre daha sırt üstü yatıp gözlerimi tavana dikerek yatakta kaldım. Telefon sesiyle irkilip, boğulmak üzere olduğum düşüncelerden kurtuldum. Yattığım yerden doğrulup telefona uzandım. "Nasılsın?" diye sormamıştın, ama sorsaydın da "Yalnızım." derdim. Mesajı okuyup telefonu geri bıraktım komodin olarak kullandığım büyük beyaz kutunun üzerine. Yataktan kalktım, perdeyi açıp dışarıya baktım. Yağmur durmuştu. Hatta güneş bile vardı gökyüzünde. Perdeyi tekrar çekip banyoya gittim. Aynada bir süre ağlamaktan şişmiş gözlerime baktıktan sonra yüzümü yıkadım. Sevmiyordum ben yüzümü yıkamayı. Küçükken de sevmezdim. Annem ne zaman yüzümü yıkamam için beni zorlasa, banyoya gidip musluğu açar ve parmak uçlarımı ıslattıktan sonra gözlerime sürerdim. Suyu da sevemedim hiçbir zaman. Belki de iyi bir yüzücü olmam için ailemin beni zorlayıp yüzme kursuna yazdırmasından sonra nefret etmiştim sudan. İyi yüzüyordum ama yüzmekten nefret ediyordum. Yüzme havuzları beni hep çocukluğuma götürüyordu ve çocukluğumla ilgili büyük sorunlarım vardı.
Banyodan çıkıp mutfağa yürüdüm. Dibinde delik olmayan bir market poşeti bulduktan sonra salona gidip sehpanın üzerinde duran boş şarap şişelerini, gözyaşlarımı ve burnumu silmek için kullandığım peçete yığınını poşetin içine atıp kül tablasını boşalttım. Dün gece yine çok fazla sigara içmiştim. Sigarayı bırakmak istediğimi bir kez daha düşünüp mutfağa geri döndüm. Poşeti çöpe attıktan sonra buzdolabının kapağını açıp bir süre boş boş baktım. İçimden hiçbir şey yemek gelmedi. Suyu alıp ilacımı içtikten sonra salondaki kanepeye gidip oturdum. Aç hissetmiyordum ama yemek yemem gerektiğini de biliyordum. Kendime kötü davranmamalıydım. Şu anda sahip olduğum en iyi dostumdum çünkü. Dün geceden kalan fındık paketini alıp birkaç tanesini attım ağzıma. Midem bulanıyordu. Konuşsam sesimden korkacağımı düşünüyordum. Konuşmadım. Kendi kendime konuşma konusunda master yapmıştım oysa ki. Ama bu sefer susmayı tercih ettim.
Televizyonu açtım. Kanallarda gezinip izleyecek hiçbir şey bulamadıktan sonra rasgele bir kanalda durdum. Bakıyor ama görmüyordum. Duyuyor ama anlamıyordum. Hala ayılamadığımı düşünüp çay demlemek için tekrar mutfağa gittim. Sıcak bir çay iyi gelebilirdi. Ama gelmedi. Ağrı kesici ya da acı yatıştırıcı özelliği yoktu sonuçta çayın. Sakinleştirmiyordu da. Gerçi epey sakindim. Sakince yerimden kalkıp sakince aldım üçüncü şarabı da dolaptan ve sakince sapladım şarap açacağının sivri ucunu mantara ve sakince çevirdim, sonra sakince açıp sakince diktim kafama. Hiç bu kadar sakin olmamıştım.
Bilgisayarı açıp uzun uzun yazdım sana. Cevap gelene kadar kanepede yatmaya devam ettim. Bir belgesel kanalında kedi belgeseli vardı ama hangi kanal olduğuna dikkat etmedim. Bu sefer baktığımı görüyor, duyduğumu anlıyordum. Çünkü kedileri seviyordum. Ve sevmek için hala bir umut olduğunu anladım o zaman. Görmek için ve duymak için ve anlamak.. Hala bir umut vardı. Gönderdiğin cevabı okudum.
Yine "Nasılsın?" diye sormamıştın. Ama sorsaydın da "Yalnızım." derdim.