15 Ocak 2015 Perşembe

Kaç kurtar kendini kendinden.

Öncelikle söylemeliyim ki; bu kitap, -iyi ya da kötü- eleştiriyi hak eden bir kitap değil. Bunca edebi eser varken neden kıçı kırık bir kitabın kritiğini yapayım? Fakat anlatacaklarıma bu kitap üzerinden gideceğim. O yüzden, kitaptan biraz bahsetmem gerekiyor.

Kitabı okurken, yazar yerine ben utandım desem yeridir. Yoo, hayır; dar görüşlü bir insan olduğumdan falan değil. İnsanların bazı değer yargılarını nasıl da basitleştirip, bir de bu durumu övünülecek bir şey sanmalarından ötürü. Oysa ben, bunları yazabilecek kapasitedeki bir insana en fazla acırım. Merhamet duyarım diyelim. Yazarın da dediği gibi "Şefkat ve merhamet aynı duygular değildir." Merhamet, içinde acımayı barındırır.

Yazarın anlattığı "aşk maceraları(!)" ve çarpık cinsellik anlayışı bir kenara; satır aralarında, egosu tatmin edilememiş ve başkalarının tatmin edemediği o egosunu kendi yöntemleriyle tatmin etmeye çalışan, merhamet gösterilmesi gereken bir adam gizli aslında. Kimdir, neyin nesidir, kaç yaşındadır bu arkadaş; hiçbir fikrim yok. İnternette bir fotoğrafı falan da yok zaten. Kullandığı ismin de kendi ismi olduğunu düşünmüyorum ben açıkçası. Ve spoiler vermek gibi olmasın ama kitabın sonundaki babasının mektubu, kendi yazdıklarını bile sahiplenebilecek cesareti gösteremeyen bir adamın, "Babam benden habersiz yayımlamış." kurmacasından başka bir şey olamaz. Nihayetinde yazılarındaki nüanslardan kendini önemli görme ve gösterme çabaları çok kolaylıkla anlaşılabiliyor.

Tabi ki bu kitabı bütün erkeklere mâl edemeyiz. Evet, belki hepsi aynı bokun laciverdi ama biz de kadınlar olarak, olsa olsa birkaç ton koyu lacivertizdir. Demem o ki, bugüne kadar hiçbir zaman, aklı sikine kaçmış bir erkeğin yaptıklarını geri kalan tüm erkeklere mâl etmedim. Fakat aşk ve cinsellik konusunda daha asil görüşlere sahip bir erkekle de karşılaşmadım. Sonuçta en romantiği bile, konu cinselliğe geldiğinde azgın bir gorile dönüşüveriyor.

Kitabı sevmedim. Bunu hiç tereddütsüz söyleyebilirim. Fakat neden sevmediğimi aynı kararlılıkta söyleyemem. Yani sorun, küçük bir azınlığın kutsal saydığı değerlere saygısızlık etmesi falan değil. Sonuçta bu değerlere saygı göstermeyen, umursamayan, hatta içine sıçan büyük bir çoğunluğun varlığının da bilincindeyim. Belki de ben son zamanlarda erkeklerden nefret etmek için yeni nedenler arıyorumdur kendime. Bütün mesele bundan ibarettir.

Fakat bir şey var ki; bütün erkekler aynı yanılgının içinde kulaç atıp durmakta. Gözlemlediğim ve sürekli olarak içten içe taşşak geçtiğim bu yersiz özgüvenleri.. Yersiz diyorum, çünkü bu "aptal cesareti", "acemi şansı" gibi bir şey işte. Birbirlerini ve dahası kendilerini tekrarlayan kalıplaşmış davranışlar, kalıplaşmış sevmeler\sevişmeler, kalıplaşmış diyaloglar\monologlar ve artık gerçekten can sıkmaya başlayan o "Issız Adam" tripleri. Yahu oğlum, kaldır başını bak bi etrafına; yüzlerce erkek var. Ben seni seçiyorum. "Ben seçiyorum!" yani. Düşünüyorum, karar veriyorum. Ha, sen mi? Hayır, sen beni seçmiyorsun. Çünkü hangi kadın istese alacak zaten seni. Bu kadar basit elde edilebilen yaratık olmalarına rağmen, şu takındıkları "Küçük dağları ben yarattım" maskesini bir türlü anlayamıyorum. Bir Javan Gergedanı mısın, bir Rodyum musun? Havan kime oğlum?

Tabi madalyonun diğer yüzü de farklı değil. Hayatıma çok erkek girmiş olabilir fakat çok kadın da girdi. Kadınlar olarak biz farklı mıyız? Pek sanmıyorum. Biz de birbirimizin ve kendimizin tekrarıyız. Sanki tanrı bizleri yaratmadan önce çekmiş bir köşeye "Alın bunlar erkeklerin tavırları, tarzları, cümleleri; bunlar da kadınlarınki." demiş. Olsa olsa böyle olmuştur. Yoksa birbirimizin cümlelerini, davranışlarını bu kadar ustalıkla taklit edebilmemizin imkanı yok.