-Sorun ne?
+Sorun benim. Yani ben sorunun kendisiyim.
-Yanlış yaptığım bir şey mi var?
+Hayır, sen hiçbir şeyi yanlış yapmıyorsun. Bu tamamen benimle ilgili bir sorun.
En klasik kaçış diyaloğudur, ama işe yaramadığı görülmemiştir henüz. "Sorun sende değil, bende" dediğinde, karşındaki buna inanmaya o kadar hazırdır ki; sendeki sorunun ne olduğunu sorgulamaz bile. İki taraf için de kolay olandır buna inanmak. "Sorun bende" deyip gittiğinde bütün sorumluluğu o sorunlu halinin üzerine atıp gider biri; diğeri de "Sorun onda" diye düşünüp avutur kendini.
Sorun hep bendeydi sonuçta. Ben hiçbir yerde, hiç kimsenin yanında kalmayı başaramamıştım. Gitmek hep daha ilgi çekici gelmişti bana. Bir sürü insanı üzdüm; ama en çok da kendimi.
Bazı şarkılar, büyük anlamlar taşır. Bazılarının sözleri nokta atışı yapar. Erkin Koray yazsa yazsa bana yazmıştır bu şarkıyı: "Ansızın gidiverdin, haber bile vermedin. Hem kendin harap oldun, hem beni benden ettin."
Her şeyin güzel olmasını istiyordum ama o kadar mükemmelliyetçiydim ki, sonunda güzel olan her şeyi mahvediyordum. Üstelik mahvettiğim şeyi düzeltebilmek için uğraştıkça daha da çok batırıyordum. Sonra bir çıkmaza giriyordu her şey. Güzel şeyler isterken, güzel şeyleri nasıl olup da yok edebildiğimi bir türlü anlayamıyordum. Kumdan kale yapmak gibiydi biraz. Güzel bir kale yapıyordum önce. Sonra düzeltmek istiyordum yamuk olan kısımlarını. Ama düzeltmeye çalıştıkça daha çok yamultuyordum. Sonunda çirkin bir kale kalıyordu elimde.
İnanamıyordum bazen kendime. Her şeyin nasıl bu hale geldiğini anlayamıyordum. Buharlaşmak istiyordum. Toza dönüp savrulmak istiyordum. Yok olmak istiyordum. Bir sihirli değnekle, bir abrakadabrayla geri almak istiyordum her şeyi. Bazı şeyleri hiç yaşamamış, bazı cümleleri hiç kurmamış olmak istiyordum. Öyle üzülüyordum ki bazen her şeyin güzel olmasını isterken böylesine mahvettiğim için. Değer verdiğim insanları üzdüğüm için. Kendime bir tokat atmak istiyordum. Kendimi tutup silkmek istiyordum. Sadece beni mutlu etmek için çırpınan insanları, tek arzularının yüzümün güldüğünü görmek olan insanları itip kendimden uzaklaştırdığım için; çok sevdiğim halde, çok sevdiğimi bir türlü doğru bir şekilde anlatamadığım için, bir şeyleri hep ama hep yanlış yaptığım ve yaptığım yanlışları sürekli tekrarladığım için öyle kızıyordum ki kendime.
Bir dönem, insanların beni anlamasını o kadar çok istiyordum ki, yalvarıyordum adeta beni anlayan tek bir insan çıksın karşıma diye. Uzun zamandır anlaşılmayı beklemiyorum fakat bir zamanlar bunu gerçekten istemiştim. Sonra ne yaptım? Bu dünyada beni anlayabilen tek insanı terk edip gittim. Çünkü beni anlayamadığını düşünüyordum. Neticede böyle bir şeydi aşk. Elindekinin değerini kaybettikten sonra anlayabiliyordun. Yıllar geçti üzerinden ama hala onun gibi biriyle tanışmadım ben. Birileri çok sevsin diyorum beni, çok sevenlerden şeytan görmüş gibi kaçıyorum. Evet, sorun sizde değil; bende. Kaçmak için hep bir bahanem olacak cebimde. Güzel olan bir şeyi sürdürebilme yeteneğim; bir insana, bir yere ya da bir şeye bağlanma cesaretim yok benim. Gitmeme engel olabilecek her şeyden köpekler gibi korkuyorum.
Kendimi çok seviyorum ama; hayal kırıklığının vücut bulmuş haliyim.
"Kirpi" benim lakabım. En sevdiğim insan takmıştı bu lakabı bana. Hep dikenlerimi çıkarıp, herkesi kanattığım için. Bana, dikenlerime rağmen sarılabilecek birinin yanında durabilirim ancak. Benimki kadar kötü bir çocukluk geçirmiş, benimki kadar büyük bir acı yaşamış ve benimki kadar derin yaraları olan birinin yanında. Çünkü Kutsal Kitabımın 1.ayetidir: "Ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. Kimsenin onları çözecek kadar ince tırnakları yok."