27 Haziran 2018 Çarşamba

Adını sormayı unuttuklarım ve adını unutamadıklarıma ithafen.

Birine kendini anlatmak kadar zor bir şey yok. Bu kadar yorucu. Bu kadar gereksiz. Anlaşılabilme isteği duymadığımdan değil, bu insani bi ihtiyaç elbette. Ama ben anlatmadan anlayabilse keşke karşımdaki. Telepati mümkün olsaydı hayat çok daha kolay olurdu.

Bu yüzden en yakın arkadaşlarım, ben anlatmadan anlayabilenler beni. Saatlerce hiçbir şey konuşmadan iletişim kurabildiklerim. Neyi niçin yaptığımı bilen, anlamasa bile sorgulamayan insanlar. Çünkü, merak etmeyen insan kadar asili yoktur. Sadece anlatmak istediğim kadarını bilen ve anlatmadıklarıma rağmen beni anlayabilen insan, benim için tanrıyla aynı katta yaşıyor demektir.

Oysa yüzeysel ilişkileri beynim almıyor hafızaya. Hayatıma girmiş yüzlerce, binlerce insanın ne adını, ne de yüzünü hatırlıyorum. İsimsiz ve yüzü olmayan o kadar siluet.. O kadar kahkaha, akan onca gözyaşı, içilmiş yüzlerce şişe şarap, kıskançlık krizleri, sanal seks mesajları, birlikte çekilmiş fotoğraflar, alınmış sözler, verilmiş sözler; hepsi kapkaranlık bir kuyunun en dibinde. Ne zamandı, hangi ay, hangi yıl, hangi mekan? Beynimdeki hangi anı, kime aitti? Sonunda hepsi karanlık.

Karanlıkta bıraktığım ne çok insan, hafızama kazıdığım ne azı var.

Bir gün o kuyunun dibine attığım anıların taşıp beni boğmasından korkuyorum.