Bir sahne var aklımda. Ankara'da belediye otobüsündeyiz. Ayakta.. Yanımızdan bir motor geçiyor. Kadın, arkadan adamın beline sarılmış. İkimiz de uzun uzun bakıyoruz motora. Sonra bana sarılıyor. Hiçbir şey konuşmamıza gerek olmayan bir sarılma.. Belki ikimizin de o motora bakarken düşündüğü şey aynıydı. Belki de çok farklı şeyler düşünmüştük. Tıpkı o sarılma anında olduğu gibi. Ama kesin olan bir şey vardı ki, ben onun dışında kimsenin yanında o kadar iyi bir insan olamadım. Ne öncesinde, ne de sonrasında... Kaybettiğime üzüldüğüm tek şey o iyi insan olma hali. Merhameti, şefkati içimde hissetmiş olmam. Birine gerçekten değer ver(ebil)miş olmam. İyiliğime tutunabildiğim tek şey. En azından kendime kıyasla iyi bir insandım onun yanında.
İyilik ya da kötülük hak edilen bir şey midir? Kötü davrandığım diğerleri bunu hak eden insanlar değildi ki. Peki iyilik motivasyonum neydi o halde?
İnsanları sevemiyorum. Kırılmaktan korktuğum için kaçtığımı sanıyorlar ama ben kırmaktan yorulduğum için kaçıyorum. Taş taşıyorum sanki göğüs kafesimin içinde kalp yerine. Hayvanlar dışında, hiçbir şeye karşı merhamet duygusu yok içimde. Bu, birilerine eziyet edebileceğim anlamına gelmiyor tabii ki, ama kimsenin acısını önemseyemiyorum. Birinin karşımda aşk acısı çekmesi ya da yalvarması bana çok anlamsız geliyor. Hiçbir şey ifade etmiyor. Bir insan, başka bir insana nasıl yalvarabiliyor, aklım almıyor. Gidersem ölecekmiş gibi acılar çekip yalvaran ne çok insan oldu hayatımda. Hepsi de hala hayatta. Aslında çektikleri acıyı önemsemememin asıl nedeni, bunun gerçek olabileceğine inanmamam. Hayatımda hiç böyle bir şey yaşamadığım için, hiç böyle hissetmediğim için her şey tiyatrodan ibaret geliyor bana. Birine yalvarmak nasıl bir şey bilmiyorum ben çünkü. Hiç kimse vazgeçilmez değildir. Kimse de aşk acısından ölmez. İnsanın acısının geçmesi için zamana ihtiyacı var sadece. Bunu bilerek nasıl o giderse ölecekmiş gibi davranabiliyor insanlar? Daha iyisini bulamayacak olma endişesinden mi acaba? Bilmiyorum. Çok merak ediyorum ama cevabını yaşamadan öğrenemem. Fazla kibirliyim sanırım. Çünkü hepsi çok aptalca geliyor bana. Aşık olduklarımı bile bıraktım ben. Bırakabildim. Bugüne kadar kimse "ayrılmak istiyorum" demedi bana, ama deseydi de "peki, sen bilirsin"den uzun bir cümle duyamazdı benden. Gitmek isteyen birini tutmaya çalışmak kadar saçma bir şey olamaz. Yetişkin, aklı başında bir insan kalmak isteyip istemediğine de karar verebilir. Seviyorsa kalır zaten. Gidiyorsa da bunun hesabını uzun uzun yapmıştır kafasında. Uzatmanın bir manası yok.
Uzun süredir kendimden nefret edecek bir nedenim yoktu. İnsanlardan uzaklaşmak, herkesle iletişimi kesmek bana çok iyi gelmişti. Ama illa "hayatıma gir, ağzıma sıç" diyen birileri çıkıyor karşıma ne kadar dirensem de. Uzun uzun anlatıyorum "bak ben böyle bir insanım, sonunda üzüleceksin" diye. Cool görünmek için söylediğimi düşünüp ciddiye almıyorlar sanırım. Hayır güzelim 80'ler Hollywood film karakteri değiliz, ben kendimi çok iyi tanıyorum. Kendimi tanıyacak çok boş vaktim oldu. Kendimi didiklemeyi çok severim. Şu an aşkından ölüp bittiğimi düşündüğüm birinin 10 gün sonra yüzünü bile görmek istemeyecek potansiyele sahibim. Ben ilişki insanı değilim. Ve bunu havalı görünmek için söylemiyorum.
Sonra üzülüyor biri.
Biri geçip karşıma ağlıyor.
Yalvarıyor biri "beni bırakma" diye.
Kendimden nefret edecek bir nedenim oluyor.
Kötü biri olmak istemiyorum. Kendi içimde kötü biri de değilim aslında. Ama birilerinin üzülmesine sebep olduğumda kötü biriymişim gibi hissediyorum kendimi. Sonra vicdanım yakamı bırakmıyor geceleri. Uyuyamıyorum. Uykusuzluktan beynim yavaşlıyor ama uyuyamıyorum.
Bu yüzden yaklaşmayın bana. Yakınlaşmayın.
Sevme yeteneğim, aynı yerde uzun süre kalabilme potansiyelim yok benim.