14 Nisan 2009 Salı

Gitmek mi Terk etmek mi, sen karar ver..!

Hangi kapıyı açsam duvar çıkıyor karşıma. Bir tünelden ilerleyip de ışığı görememek gibi.. Beynimin kıvrımlarında yok olmak. Ve her bir düşüncede, her şeyin eriyip gitmesi, akması gibi kaldırımlarda. Sağanak yağmurda sığınak arar gibi. Ya da öyle bir şey işte..

Bir atın sırtında aşağıdaki kasabaya inip son nefesiyle, düşmanın geldiğini haber veren bir dost. Ve "Dikkatli ol" diyor bana. "Kendine dikkat et.", "Kılıcını döv, çünkü düşman çok yakınında.". Sırtına saplanan ok daha fazla konuşmasına izin vermiyor. Atın üzerinden önüme düşüyor ve ben "Hoşçakal" diyerek kapıyı çekip çıkan annemin arkasından "Görüşürüz" diye sesleniyorum sadece. Aklımda sebepsiz yere dönmekte olan dünyanın, yok oluşuna bir adım daha yaklaştığım dizeler var. Sanki bir şeyler tembih ediyor. "Bak vaadlerin süresi doldu artık" diyor. Ve kuşlar göç etmeye başladılar sıcak ülkelere.

Amsterdamdayım.
Nedenini sorguladığım bir hayattan, ismini bilmediğim bir sokak arasındaki küçük kafeden yazıyorum. Irish coffee ve elmalı soda içiyorum.

Aklımı kaçırmamak adına sımsıkı zincirlerle bağlıyorum. Tavan arasında unuttuğun, bulunca içini hüzün kaplayan o hatıra kutusunun içinden çıkanlar gibi, kendimi yarınlara biriktiriyorum. Bir başka alemde, bir başka bedende, bir başka zihinde.. Evlat ediniyorum sanki tüm depremlerini beynimin. Uçuruma sürüklediğim küçük kızın, elimde kalan kurdelesi gibi. Arkasından bakıp düşüşünü izliyorum. Ve yere çakılışını.. Aklımda hala ve sadece o kırmızı kurdele..