26 Haziran 2009 Cuma

Bakire Solucan ile Karganın hikayesi

Gittikçe duvara daha çok yaklaşıyorum. Ya da duvarlar üzerime yıkılıyor. Uykudan uykuya uyanma hali içerisindeyim. Uyandığımı sandığım aslında yeni bir düş sadece. Belki de kabus demeliyim.. Kendimi aşındırıp dökülen parçalarımı biriktiriyorum senin için eski cam bir kavanozun içinde. "Neden" diye soruyorsun kendine. Ben de aynı soruyu milyon kez tekrarladım. Bir nedeni olmak zorunda değil sanırım hiçbir şeyin. Bu, bir hissizlik anı.

Geri istiyorum hislerimi. Tekrar üzülebilmeyi, sevebilmeyi, heyecan duymayı.. İnsan nasıl yaşar sonunu bilerek? Sonunu bildiğin bir filmi izlemek ne zevk verir ki? Senaryonun sonu belli, bir gün bir şekilde çürüyecek o bedenin toprağın altında. Bu kaçınılmaz son. Ne yaşarsan yaşa, son nefesini verdiğinde hiçbirinin bir önemi kalmayacak.

Madem ki hayat karşısında kartlar açık oynuyorum, o zaman söylemekte bir sakınca görmüyorum: Ben yaşamıyorum, sadece rol yapıyorum. Yaşıyormuşum gibi.. Rolümün gerektirdikleri hepsi. Aslında salt benliğimin hiçbir şeye ya da hiç kimseye ihtiyacı yok. Ama yazılan senaryoya bağlı kalmak zorundayım. Tanrının var olduğunu varsayarak, benim için uygun gördüğü sonu merak ediyorum. Bizim gibi adamlar fazla yaşamamalı. Yakışmaz bana yaşlılık. Genç ölmeliyim. Ellerimin kırıştığını görecek kadar çok yaşamak istemiyorum. Sıkıldım her şeyden. Her zaman sıkılıyordum ama bu seferki farklı..

"Karga solucan avlamaktan sıkılır mı hiç?"