14 Temmuz 2009 Salı

Ne kadar çok şey bilirsen, o kadar acır canın

İlikleri donduran bir Şubat gecesinde Kazancı yokuşundan inerken, kar taneleri yavaş yavaş süzülüyordu. Cihangir'de fazla oyalanmadan Karaköy'e geçtiğimizde saat geceyarısına geliyordu. Üzerimdeki kısa deri mont soğuğu fazlasıyla içine geçirdiği için üşümeye başlamıştım. Hepimiz uykusuzluktan bayılmak üzereydik. Bir önceki gece barı kapatıp bira kamyonunu beklerken bir iki saat kestirmekle yetinmiştik. Cumartesi gecesiydi. İşin başında olmam gerekirken gürültüden ve insanlardan kaçmayı tercih etmiştim. Kafamın neye bozulduğunu hatırlamıyorum ama her zaman kafamı bozacak bir şeyler bulurdum zaten. Montun iç cebinden sigara çıkarıp yaktım. Galata köprüsünün merdivenlerinde durmuş kar tanelerinin süzülüşünü izliyorduk. Mert'in sesi gecenin karanlığında kendine yol arıyordu. "Şimdi ne olacak söylesene" diyordu bana bakıp. Vereceğim cevabı sevmeyeceğini bildiğimden susmayı tercih ettim. "Susma, bir şey söyle" diye bağırdı. "Bilmiyorum" diye yanıtladım. "Önce uyumam gerek" dedim. "Eve gitmek istiyorum." Bir süre sessizlikten sonra "Her şey bitti. Her şey mahvoldu. Bittik biz." diye söylenmeye başladı. Arkamızdan geçen ekip arabası yavaşlayıp bir kere kısa bir siren çaldı. Dönüp baktığımızda bizi dikkatlice inceleyip yollarına devam ettiler. "Gidelim buradan. Kimsenin bizi tanımadığı bir yere gidelim" diye geçirdim içimden. Ama sesli olarak söylemedim. Çünkü yalnız gitmek istiyordum. Kimsenin beni tanımadığı küçük bir şehre.. Ama ben bu şansla kesin orada da tanıdık birine rastlardım. Biri gelip bulurdu illa ki.

Hava çok soğuktu. Yalnız kalmak, yine düşüncelerimle boğuşmak ve sonunda yorgun düşüp uyuyakalmak istiyordum. Sıcak bir yatak ve en önemlisi yumuşacık bir yastık hayal ediyordum. O kadar uykum vardı ki beynimin içinde yer alan tek düşünce yumuşak bir yastığa kafamı koyduğum andı. Köprünün merdivenlerinden aşağıya inip trabzanlara doğru yürüdüm. Aşağıya sarkıp denize baktım. Kapkara.. Boğulmak istiyordum içinde. Hiç mücadele etmeden. Öylece dibe batmak.. Eminönü'ne kadar yürüyüp bir taksiye bindik. Eve gitmek için bir sürü sebebim vardı. Ama yine bara gitmeye karar verdik. Saat 3'e geldiğinde müziği kesip kapıları kapattım. Üst kata çıkıp koltuklardan birine yattım. Kimseyi istemiyordum ve hiçbir şey düşünmüyordum. O anda biri gelip orayı yaksa rahatımı bozup da yattığım yerden kalkmaya tenezzül bile etmezdim. Bir an önce uyumak istiyordum. Sabah hiç olmasın istiyordum..

Sabaha karşı çöp kamyonlarının sesiyle uyandım. Yatalı henüz 3 saat olmuştu. Uykumu almadığım gözlerimi açamayışımdan belliydi. Tuvalete gidip yüzümü soğuk suyla yıkadım. Kendime gelmek için alt kata inip kahve yaptım. İçerisi kötü görünüyordu. Ne yerler silinmiş ne de masalar toplanmıştı. Cumartesi gecesinin kalıntıları.. Üstelik bir cumartesiyi saat 3 olmadan kapatan zavallı bir bar.. Pencereleri açıp içeriyi havalandırdım. Sonra da montumu alıp çıktım. Bir şeyler yedikten sonra Gümüşsuyuna yürüyüp bir otobüs bileti aldım. İstanbul-Antalya. Neden gidiyordum? Kaçacak hiçbir yer yoktu ki. Huzuru bulabileceğim hiçbir yer yoktu. Yine de gittim. Yarım saat sonra kalkan servise binip 7 buçuk otobüsüyle Antalya'ya gittim.

Şimdi kalkıp bana "Neden pişmansın" diyorsun. Belli bir nedeni olmalı mı? Her şey için pişmanım belki de. Dünyadan daha hızlı dönmeye çalıştığım için ve yorulunca durup dinlenmediğim için. Nefes alıp verirken içime çektiğim oksijenin kıymetini bilmediğim için. Hiçbir sabah oturup da güneşin doğuşunu izlemediğim için. Martıların çığlıklarında hep bir öfke bulduğum için. Ve geçmişi bir kenara atıp da yeni bir ben yaratamadığım için.. Şimdi söyle, çok mu bu pişmanlık? Ya da geç mi her şey için?

Hiçbir şey beklemiyorum hayattan.
Hiçbir şey istemiyorum.
Elimin tersiyle itiyorum bundan sonra yaşayabileceklerimi..