3 Eylül 2009 Perşembe

Sen istedin diye değil

Parmaklıklara dayanıp betona gözünü diken her ucube gibi ben de şimdi aklımdan geçen düşüncelere yetişmeye çalışıyorum. Yapamıyorum. Arabanın anahtarını sol cebimden çıkarıp ana caddeye kadar sürdükten sonra gaza basmak ve frenin yerini unutmak istiyorum. Büyük bir gürültüyle bir kamyonun altına girebilirim mesela. Ya da karşı şeride geçip büyük bir patlama yaratabilirim. Bunu yapmamamın tek nedeni hala içimdeki ucubeleri kontrol edebiliyor olmam. Kaç kişiyim? Hangisi benim? Hangisi senden nefret ediyor ve hangisi seni istiyor?

Şimdi.. sessizlik ve büyük bir mutsuzluk senfonisine tanıklık ediyorsunuz ey insanlar.
İsmini kendine vermiş olan her ucube gibi ben de şimdi aklımdan geçen düşüncelere yetişmeye çalışıyorum.

Bitmeyen bir öfkeyle baş etmeye çalışırken, kendimi sakinleştirmek ve duyarsızlaştırmak istiyorum. Hayır hiçbiriniz bir bok bilmiyorsunuz. Duyarsız ve umursamaz olduğumu savunabilirsiniz. Ama canım o kadar yanıyor ki, mecbur bırakıyor bu acı nefesimi tutmaya.

Kendimi ikna etmek tüm dünyayı ikna etmekten daha zor. İnsanlara bir uçağı tek başıma yediğimi söyleyip, herkesi buna inandırabilirim. Ama kendime, bu aptal beynime hükmedemiyorum. Sabaha kadar içmek ve halsizlikten sızıp kalmak istiyorum. Hiçbir şey düşünmemek.. Hiç kimseyi umursamamak.. Yalnız kalmak.. Sonra yalnızlıktan sıkılana kadar yalnız kalmak.. Yalnızlıktan bıkana kadar.. Ve birini isteyecek kadar yalnız kalmak..

Artık nefret etmek istemiyorum.

Canım o kadar yanıyor ki. Açık bir yaranın üstüne tuz dökmek gibi bir acı. Parmak izlerini yok etmek için elini aside sokmak gibi bir acı. Kendi bileklerini kesmek isteyecek kadar, bu acının son bulması için kalbini ve beynini bağışlamayı düşünecek kadar. Yaşarken..

Ötenazi yasal olsun; acı, bahanesi olsun.