En kötüsü, insanın ne hissettiğini tanımlayamaması biraz da. Bazı
zamanlar, çok kez, dibini görmeden atladığın lacivert sular gibi hayat. Dolabın arkasında kalmış, hiçbir işlevselliği bulunmayan o elektrik
prizinin dramatik hikayesi.. Gözyaşlarımdan renk değiştirmiş ruhumun
lekeli kısımlarını kesmekle geçiyor günlerim. Yarattığım bu boşluğa ne
koyarsam koyayım uymuyor. Zevksiz bir terzinin elinden çıkmış yamalı bir
pantolon gibiyim şimdi. Cepsiz ve sıkıcı.. Ne anlatılanları dinliyorum,
ne de baktığımı görüyorum. Adını cümle içinde kullananlardan itina ile
nefret ediyorum. Adının yanına başka isimler ekleyenleri rendeleyip
salata sosu yapmak istiyorum.
Bakma işte; aşkı filmlerden öğrenmiş bir nesiliz biz. Bu yüzden
tüm yanılgımız. Muhteşem yüksek beklentilerle, asla kurtulamadığımız
önyargılarımızla bakıyoruz pembe gözlüklerimizin ardından. Zihin
tutulması bizimkisi. O kadar büyük kıvılcımlar çakıyor ki beynimizde,
geçmeyecek diye korkuyoruz hep. Kafamızı kaldırıp bakmaya cesaretimiz
olsa anlayacağız tüm cümlelerin playback olduğunu.
Biz zeki geçinen aptallarız. Geçiş evresindeyiz taş devrine,
taşlaşmış kalpler devrine. Daha fazla acı çekmemek uğruna sevişiyoruz
acıyla, alışmaya çalışıyoruz, zevk alıyoruz. Görüş mesafesinin 1 metreye
düştüğü bir sis bulutunun içinde kendimizi kaybettiğimiz o patikayı
bulmak bütün mesele.
Işık bizim işimize yaramaz.