

Sırtını beton duvara yaslayıp, bağdaş kurmuş ve hiç hareketsizce oturup kitap okuyan kıza doğru yaklaştı Yosef. Kitaba kendini tamamen kaptırmış olan kız, onun geldiğini fark etmedi bile. Bir süre durup kızın güzelliğini izledikten sonra yanına yaklaşıp "Merhaba" dedi. Başını kitaptan hiç kaldırmadan soğuk bir "Merhaba" ile karşılık verdi kız.
O gün hiç Yosef'i görmedi Lusin.
Servise yetişmek için koşturduğu bir başka günde Yosef önüne atlayıp "Günaydın" dedi bu sefer. "Günaydın mı?" diye karşılık verdi Lusin göz ucuyla bakarak. Hızlı adımlarını bir an olsun yavaşlatmadan yürümeye devam edip Yosef'i arkasında bıraktı. Kapılarını kapatıp hareket etmek için hazırlanan servisin ön kapısının camına öyle telaşla vuruyordu ki, dışarıdan görenler büyük bir canavardan ya da kötü kalpli bir cadıdan kaçtığını düşünebilirdi. Oysa o sadece Yosef'ten kaçmıştı. Servisin kapısının açılmasıyla otobüse binip gözden kaybolması bir oldu. Yosef büyük bir gürültüyle hareket eden servisin arkasından bakıp el sallamakla yetindi.
Lusin o gün, Yosef'e doğru düzgün bakmadı.
Yemekhane kuyruğunun 11 metreyi bulduğu öğle saatinde, arkadaşlarıyla sohbeti sırasında gördü tekrar Lusin'i Yosef başka bir gün. Her zamanki gibi tek başına ve düşünceli görünüyordu. Üzerinde bembeyaz yere kadar uzun bir elbise vardı. Bu sefer, saçlarını her zaman yaptığı gibi toplamamış, açık bırakmıştı. Rüzgardan savrulan saçları yüzüne vuruyordu. Yosef heyecanla koştu yanına. "Afiyet olsun" dedi. Lusin yerden başını kaldırmayıp hiç cevap vermedi. Sonradan fark etti Yosef, Lusin'in kulağında kulaklık olduğunu. Tekrar hiçbir şey söylemeden kendi sırasına döndü.
O gün Lusin, Yosef'i hiç duymadı.
Bir ay sonra bir gün kütüphanede karşılaştı Lusin'le Yosef. Lusin kocaman yeşil gözlerini Yosef'in gözlerinin içine dikip "Seni bir yerden hatırlıyorum" dedi. "Daha önce birkaç kez karşılaşmıştık" diye cevap verdi Yosef. "Evet, hatırlıyorum; karşılaşmıştık. Sen Patil'in sevgilisisin öyle değil mi?" Yosef, öylece donakalıp, ne diyeceğini bilemez halde anlamsız birkaç kelime mırıldandı. "O üç sene önceydi" diye yanıt verebildi ardından. "Üç sene unutmak için yeterli bir zaman." dedi Lusin kahve makinesine doğru ilerlerken. Yosef, Lusin'in arkasından bakmakla yetindi.
Lusin, Yosef'e o gün baktı ve O'nu o gün gördü.
Kendini kulaklığından gelen müziğin ritmine kaptırmış olan Lusin, bir gün gökyüzüne bakarak çimenlerde deli gibi dönüyordu. Eteklerinde mor tüller olan pembe elbisesi rüzgardan havalanıyor fakat Lusin buna aldırış etmiyordu. Yosef koşarak yanına geldi ve o da aynı şekilde dönmeye başladı. Sonra Lusin kendini çimenlere atarak kulağındaki kulaklığı çıkardı ve kocaman yeşil gözlerini Yosef'in gözlerinin içine dikerek "Merhaba" dedi. Yosef heyecandan konuşmayı unuttu ama gülümsemeyi ihmal etmedi. "Ne zamandır burada dans ediyorsun" diye sorabildi neden sonra. "Bilmem, kuşlar zamana dahil değildir" diye yanıt verdi Lusin nefes nefese kalmış sesiyle. "Adın ne?" diye sormayı akıl edebildi Yosef sonunda. "Bir adım yok, sen nasıl hitap etmek istersen" diyerek Yosef'i bir kez daha şaşırttı Lusin. "Seni daha önceki yıllardan hatırlamıyorum" diye devam etti Yosef. "Anıları şekillendiren biziz" dedi Lusin.
"Nasıl yani?" diye şaşkınlığını gizleyemeden soruverdi Yosef.
-Yani, hangi fotoğrafları fotoğraf albümüne yerleştireceğimize biz karar veriyoruz. Aslında hayat fotoğraflardan oluşmuyor, o daha çok bir film gibi. Ama biz fotoğrafları tercih ediyoruz.
Yosef iyice kafası karışmış bir şekilde "Haklısın galiba" demekle yetindi.
"Patil'i hatırlıyorum mesela" diye söze devam etti Lusin. "Onun ne kadar çirkin olduğunu da."
Bu tepkisi karşısında Yosef biraz şaşırsa ve bozulsa da gerginliğini Lusin'e belli etmedi.
"Fakat hatırladığım şeyin gerçekten var olan şey mi olduğunu yoksa benim mi öyle hatırlamak istediğimi tam olarak kestiremiyorum" dedi Lusin. Yosef cevap vermeden yüzünde oluşan şaşkınlık ifadesiyle Lusin'in kocaman yeşil gözlerinin içine bakıyordu. Onun ne kadar güzel olduğunu geçiriyordu aklından. Lusin tekrar yumuşak ve buğulu sesiyle konuşmaya devam etti: "Patil'i güzel buluyor muydun?" Bu konudan iyice gerilmeye başlayan Yosef, "Bunun üzerinde hiç düşünmedim" diyerek geçiştirmeye çalışsa da Lusin ısrarlı tavrıyla "Mutlaka düşünmüş olmalısın" deyip cümlesini tamamlamasına izin vermedi. "Üzerinden üç yıl geçmiş bir şeyi tartışmamızı mantıklı bulmuyorum" dedi Yosef. "Üç yıl unutmak için yeterli bir zaman diyen sen değil miydin?" diye devam etti konuşmasına.
-Evet, öyle. Üç yıl unutmak için gerçekten yeterli bir zaman. Ama bu kaç yıl birlikte olduğuna da bağlı biraz.
-Nasıl yani?
-Şöyle ki, kaç yıl birlikte olduysan, unutmak için onun yarısı kadar süre gereklidir. 10 yıl birlikte olduğun birini 3 yılda unutamazsın. Zaten unutmak da teorik olarak mümkün değil. En fazla hatırlamamayı başarabilirsin, ama o fotoğraflar her zaman o albümdedir beyninin içindeki.
-Doğrusu, evde de bir sürü fotoğraf albümüm var ama içlerinde hangi fotoğrafların olduğunu bile hatırlamıyorum. Beynimizdeki albüm de aynı prensiple çalışıyor olmalı.
"Tuhaf birisin" diyerek ayağa kalktı Lusin. Yosef'in onun gitmesine izin vermeye hiç niyeti yoktu. O da ardından ayağa kalktı. "Gidiyor musun?" diye sordu Yosef. "Derse girmeliyim" diyerek uzaklaştı Lusin. Yosef arkasından bakmakla yetindi.
O gün Lusin, Yosef'e çok güzel bakmıştı. Onu görmüş ve duymuştu.
Güneşli bir başka güzel günde küçük bir kedi yavrusunu beslerken gördü Lusin'i Yosef. Koşarak yanına gitti. "Merhaba" dedi. Başını kaldırıp Yosef'e kocaman yeşil gözleriyle baktı Lusin. Başında papatyalardan yapılmış bir taç vardı. Saçlarını yine toplamamış, açık bırakmıştı. Rüzgardan uçuşan saçları yüzüne vuruyordu. Eliyle saçlarını kulağının arkasına atıp "Merhaba" dedi sıcacık gülümsemesiyle. "Nasıl gidiyor?" diye sordu Yosef.
-Ne nasıl gidiyor?
-Hayat yani.
-Hayatın bir yere gittiği yok, koşturup duran bizleriz.
-Yani ben nasılsın demek istemiştim.
-Senden daha iyi.
Yosef, Lusin'in verdiği bu cevap karşısında biraz bozulmuş, çokça şaşırmıştı. Bilmeden kötü bir şey mi yaptım diye kendi kendine düşünürken Lusin kediyle uğraşmayı bırakıp eğildiği yerden doğruldu. "Kahve içelim mi?" diye sordu kocaman yeşil gözlerini Yosef'in gözlerinin içine dikerek. "Olur" dedi Yosef hala şaşkınlığını belli eden ses tonuyla.
"Söylesene, Patil'i unutabildin mi?" diye sorarak konuya kaldığı yerden devam etme niyetinde olduğunu belli etti Lusin.
-Yine mi bu konu Allah aşkına.
-Merakımdan soruyorum.
-Tam olarak neyi merak ediyorsun?
-Patil'i güzel bulup bulmadığını.
"Hayır güzel bulmuyorum. Ama güzelliğe çok önem veren biri de değilimdir zaten" derken pek de samimi davranmıyordu Yosef. Güzelliği birinci koşul olarak kabul etmediği doğruydu fakat Lusin'in göz kamaştıran güzelliğine hayran kalıp da gitmemiş miydi yanına? Lusin yüzüne alaycı bir gülüş takınarak "Güzel buluyorum deseydin bir yalancı olduğunu düşünecektim zaten" dedi.
-Bak, aslında güzel bulmuyorum evet. Ama ben kendimi de güzel bulmuyorum. Yani ben yakışıklı bir adam değilim. Dolayısıyla Patil'den daha güzelini de hak etmiyorum bir yerde. O beni seviyordu ve benim kadar çirkin bir adamı ondan başka kimsenin sevmeyeceğini düşünüyordum. Yani onu bile bulduğum için şükrediyordum. Çünkü ben göz kamaştırıcı bir cazibesi olan ya da çok karizmatik bir adam değilim. Aksine zaman zaman itici olduğumu bile düşünüyorum. Patil de o zamanlar benim huysuzluğuma katlanabilen tek insandı ve benim için bu bir nimetti.
Lusin, Yosef'in bu sözleri ve samimiyeti karşısında oldukça etkilenmiş ve Yosef onun dolan gözlerini görmesin diye kafasını başka yöne çevirmişti. Bir süre sessizlikten sonra kendini toparlamayı başarıp tekrar Yosef'in gözlerinin içine dikti kocaman yemyeşil ve biraz da kızarmış gözlerini. Oysa Lusin, Yosef gibi düşünmüyordu. Aslında düşünce tarzları da tamamen farklıydı ama bu konuda onunla hemfikir olması imkansızdı. Çünkü Yosef'in dudaklarının iki yanındaki, sadece belli miktarda gülümseyince ortaya çıkan çizgileri çok seviyordu. Sağ gözünün hemen altındaki 3 kırışıklık ve sol gözünün köşesindeki diğer 2 kırışıklık da oldukça hoşuna gidiyordu. Yusyuvarlak bal rengi gözlerini ve üzerine uyumla yerleştirilmiş simsiyah kirpiklerini seviyordu Yosef'in. Ellerini avuçlarının içine alıp "Çok güzel ellerin var" dedi Lusin. Sonra bir tek ellerinin güzel olduğunu düşündüğünü sanmasın diye heyecanla konuşmasına devam etti: "Gözlerini seviyorum. Dudaklarını. Burnunu. Kaşlarını. Kirpiklerini." Şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemeyen Yosef "Teşekkür ederim." diye sersemce bir cümle kurdu. Lusin "Lafı mı olur?" diyerek arkasını döndü ve gitti. Yosef arkasından sadece bakmakla yetindi. "Peki ya kahve?" diye mırıldandı kendi kendine.
O gün Lusin, Yosef'e kalbinin tüm kapılarını açtı ve onu içeriye davet etti; fakat Yosef bu davet karşısında heyecandan bildiği bütün dilleri unuttuğu için pencere önünde yavru bir köpek gibi içeriye girmeden bekledi.
Masanın üzerinde titreyerek dönen ve ısrarla açılmayı bekleyen telefonu seyrederken Lusin'in geldiğini fark etmedi Yosef. Bir sandalye çekip yanına oturan Lusin "Merhaba" dedi sessizce. Neden sonra dalgınlığını üzerinden atan Yosef gözünü telefondan çekip Lusin'in kocaman yeşil gözlerinin içine dikerek gülümsedi. Başını Yosef'in omzuna koyan Lusin, "İyi geceler öpücüğü vermeyecek misin?" diye sordu ağlamaklı bir sesle. Yosef onu sol şakağından öperek sarıldı.
"Ben de seni seviyorum Yosef" diyerek kapattı gözlerini Lusin.
O gün Yosef'e öyle güzel bakmıştı ki Lusin, Yosef O'na aşık olmuştu.