7 Temmuz 2014 Pazartesi

korkmaktan korkma!

Bazı insanlar elindekinin değerini onu kaybetmeden anlayamaz. Ben de onlardan biriyim. Kaybettikten sonra geri kazanmaya çalışmak gibi bir eğilimim olmadı bugüne kadar. Terk ettiğim kişilere de, terk ettiğim yerlere de bir daha asla dönmedim. Geçmişimi arkamda bırakıp yürüdüm hep. Hiçbir zaman dönüp arkama bakmadım. Belki baksaydım, dönmek için bir sebep bulabilirdim ama yapmadım. Egomun, terk ettiğim tüm insanlardan ve mekanlardan daha önemli olduğunu düşündüm belki de. Üzerinde durmadım üzüntülerin. Nasıl olsa geçecekti, nitekim geçti de. Hayatta hiçbir acının sonsuza kadar sürmeyeceğini öğrenmiştim. Başlangıçta dayanılmaz gelen en büyük acılar bile, zaman içerisinde kendiliğinden azalıyor ve hissedilmez hale geliyordu. Belki düşününce yine sızlatıyordu derinlerde bir yerleri ama acıtmıyordu eskisi kadar. Yıllar, üzerini kara toprakla örtüyordu işte bütün yaraların. İnsan, evlat acısına bile alışıyordu zamanla. Hiçbir acı taze kalmıyordu, kanatmıyordu ilk günkü gibi. Tek gereken sabırdı. Sabrın sonu selametti ne de olsa atalarımıza göre. Geçiyordu. Belki zor geçiyordu ama bitiyordu işte bir gün.

Acıya alışmak kolay işti. Ekstra bir çaba gerektirmiyordu. Hiçbir şey yapmasına bile gerek yoktu hatta insanın. İlk gün boğazını sıkıp nefes almasını zorlaştıran o el, gün geçtikçe gevşiyordu çünkü.

Ve yalnızlığa alışmak da kolaydı. Keyifli bile olabiliyordu zaman zaman yalnızlık.

Zor olansa, yenilgiyi kabullenmekti hayat karşısında. Bu kadar basit bir oyunu çözemeyip diskalifiye edilmenin verdiği utançtı zor olan. Hayat basit bir şeydi çünkü. Yaşamak; dünyanın en kolay işiyken, onu öyle karmaşık hale getiriyorduk ki, görenler zevk aldığımızı sanırdı acıdan. Öyle zorlaştırıyorduk ki hayatlarımızı, hiçbir çaba gerektirmeyen basit şeyler bile önümüzde duvar olup duruyordu. Karmaşık ruhlarımız için karmaşık hayatlar yaratıyorduk. Basit yaşamayı nesiller önce unutmuştuk biz. Sevmek bile zor geliyordu artık. Başkalarına nasihat verirken her şey çok kolaydı oysa. Bize zor gelen sadece kendi hayatlarımızdı.

Sonra, her şeyi neden bu kadar zorlaştırdığımı sordum kendime. Yaşamak bu kadar basit bir işken, neden bu denli zorlandığımı.. Bugüne kadar yaşadığım herhangi bir şeyde suçum olsun ya da olmasın, hepsi geride kalmıştı. Her şey geçmişti. Artık yoktu dün denen şey. Bugündeydim işte. Şu anda. Bu, hayatımın son günü de olabilirdi. Belki yarın benim için hiç olmayacaktı. Yaşadığımız anın keyfini çıkarmak yerine, dünler ve yarınlar yüzünden bugünlerimizi harcıyorduk.

Kaybettiğim şeyin değerini anladıktan sonra, onu geri kazanmaya çalışmak benim için bir ilk olacak.
İlk defa geri dönüyorum. Pişman olup olmayacağımın bir önemi yok. Yaşadıklarım için pişman olmayı, yaşayamadığım şeyler için pişman olmaya tercih etmişimdir her zaman.

Bu yüzden her günü, son günümmüş gibi yaşamaya karar verdim. Sevdiğim insanlarla her seferinde onları son görüşümmüş gibi vedalaşmaya karar verdim. Bugün, tek günmüş gibi mutlu yaşamaya. Hayatımı; aynı sabaha uyanıp, aynı günü yaşama fırsatım olsaydı, ciddiye bile alınmayacak sorunları dert ederek o günümü nasıl da boşa harcadığıma pişman olmayacak şekilde yaşamaya karar verdim.

Çünkü hayat, çözülemeyecek bir matematik denklemi değil.
Öyleyse de, bırakalım çözümsüz kalsın.