Yalnızlığın tarifi yapılabilseydi eğer, insanın kendi beyninin koridorlarında çıktığı bir yolculuğa benzerdi. Çünkü yalnızlık; yalnız olma hali değildir. Yalnızlık; hiç durmadan, sürekli olarak düşünmeyi gerektirir. Yalnız insan düşünmeye mahkum insandır. Kalabalıkta, gürültüde, otobüste, metroda, uyumadan önce, uyanır uyanmaz, sigara içerken, yemek yerken, sarhoşken, sarhoş değilken, sürekli olarak.. Yalnız olmak bir tercih meselesidir; fakat yalnızlık, bir tercih değildir.
Yalnızlık, hayal kırıklığına uğramışlık halidir.
Kalabalıktan kaçmak değil, inadına karışmak istemektir insanların arasına. Kendinden sıkılmaktır yalnızlık. Düşünmeyi unutmak, daha da önemlisi düşündüğün şeyi unutmak isteğidir.
Her yüzün silikleştiği, bütün seslerin birbirine karıştığı, anlatılanların hiçbirinin ilgini çekmediği bir hipnoz halidir yalnızlık. İçeriden kilitlemek gibidir bütün kapıları. Kimsenin girmesine izin vermediği gibi, senin de çıkmana izin vermeyen demir parmaklık gibidir.
Bağırmak istersin, ağlamak istersin, bazen birilerine saldırmak, eline geçirdiğin her şeyi kırıp paramparça etmek istersin ama oturduğun yere çakılmışsın gibi kıpırdamana bile izin vermez.
Yanındaki üç beş dost, etraftaki onlarca içki şişesi, ağzına kadar dolmuş kül tablaları, dilinin ucundaki yüzlerce küfür ve denize atıp boğmak istediğin umutlarınla mutlu olmaya çalışmaktır yalnızlıktır.
Yalnızlık, terk edilmişlik halidir.
Başını okşa diye kafasını uzatan bir sokak kedisine benzetmektir kendini.