Mutfak uygulaması bitmişti. Mutfakta yaşanan öfke patlamaları ve edilen küfürler unutulmuştu. Kesmeden fırına atıldığı için çöpe giden baklavayı düşünmüyordu artık hiç kimse. Fransız soslarının dibi tutmasın diye ocağın başında döktüğü terleri de umursamıyordu.
Ben hiç bulaşık ekibinde olmamıştım o güne kadar. Şefin gözbebeğiydim çünkü hep. O hep kendi gözünü oymak istese de öyleydim. O gün kızdırmıştım ama. Sırf kendi bencilliği yüzünden milli takıma girmeme engel olduğu için makarna kategorisine başvurmamı söyledi. Ben de koca bir siktir çektim. Hem de öyle ima falan değil. "Sikmişim makarnasını" dedim yüzüne karşı. Sonra da kapısını çarpıp çıktım ofisinden. Elimdeki 22 santimlik şef bıçağını da evyenin içine fırlatıp çıktım mutfaktan. Gittim oturdum, sigara içenler için birkaç masa attıkları arka bahçeye. 10 dakika sonra birini gönderdi yanıma. Cezalıydım. Bulaşık yıkayacaktım. Hem de kara bulaşıkhane. Tavaların, dibi tutmuş tencerelerin ve yanmış fırın tepsilerinin yıkandığı yerdi kara bulaşıkhane. Bulaşığın en pis, en ağır kısmıydı yani. Ama otorite oydu. Biz, o ne derse yapmak zorunda olan zavallılardık sadece. İşimi erken bitirip çıktım tekrar yukarıya. Boş bir masaya oturup taktım kulaklıklarımı. Sonra o gelip çantasını hışımla yere fırlattı işte. Konuşmuyordu. Çok güzel gözleri vardı oysa, ama bunu ona hiç söylemedim.
Sınıfta konuştuğu iki kişiden biri bendim. Benimle de konuşmak zorundaydı zaten, istese de istemese de. Gerçi hep istemişti; konuşmak istemeyen bendim ama ekip arkadaşımdı; benim de dilim mahkumdu konuşmaya. En azından "Ben sana bunları makeduan doğra dedim! Matinyon mu dedim?" diye çemkirirken, iletişim kurmak zorundaydım bir şekilde. Bağırıyordum, çünkü susarsam kalbimin gürültüsü duyulur diye korkuyordum. Elini uzatıp her tutmaya çalıştığında elimi; geri çekiyordum. Bir savunma içgüdüsüydü bu. Etrafıma bir çember çizmiş, bu çemberin içine geçmeyeceksin diyordum sanki her seferinde. Ve her seferinde ihlal ediyordu o çemberin hududunu. Sırf onu seveyim diye, zaten halihazırda sevdiğim adamın kim olduğunu göstermeye çalışıyordu bana. Farklı bir sevgi türüydü benimkisi. Dikenlerim batmasın diye tutmasına izin vermiyordum beni. Kanatırdım çünkü. Kendim de kanıyordum. Kötü kalıyordum ben onun yanında. Onun saflığı, onun şefkati benim için fazlaydı. Şefkate aç, insanlara kendini anlatmaktan vazgeçmiş biri olsam bile, beni bu kadar iyi anlayan ve bu kadar şefkat gösteren birinin varlığı fazlaydı bana.
Kibrit kutusunun içine hapsedilmiş bir karasinek gibi çırpınıp, kendimi duvardan duvara vuruyordum. Güvenmiyordum kendime. Güvenmediğim noktaysa, hayattan hiçbir darbe almamış birine ilk kroşesini indirebilecek olmamdı. Üstelik elim de ağırdı. Belki de o da karşıma oturup ağlayacak, intihar edeceğini söyleyecek ve hatta belki bunu yapacaktı bile. Bense gözlerinin içine bakıp, hiçbir şey söylemeden duracaktım öyle sadece. Bir intiharı daha kaldıramazdı ruhumun kirişleri. Çok hasar almıştı. Ha çöktü, ha çökecekti ruhum. O yüzden yaklaştırmıyordum kimseyi yakınıma. Ben çökersem, altımda kalırlar diye.
Ama bilmiyordu tabi neden kaçtığımı. Hiçbir zaman da öğrenemedi. Bana uzattığı eli hep havada boşlukta kaldı çünkü. En sonunda o da pes etti uğraşmaktan. Çantasını hışımla yere bırakıp masama oturduğunda da çoktan vazgeçmişti benden. Bitmesini bekliyorduk ikimiz de okulun. Sonra kendi yollarımıza gidecektik nasıl olsa. Hiçbir şey konuşmadan oturduk aynı masada dakikalarca. Sonra da hiçbir şey söylemeden kalktık masadan.
Bir gece arayıp da, "Ben ekibimi değiştirmek istiyorum, benim eşim de sen olacaksın" diye direktif verdiğimde, belki de bir kez daha filizlenmişti kuruyan umutları. Ekip değiştirmekle kalmayıp, grup da değiştirmiştim üstelik. Sabah grubundan akşam grubuna geçmiştim yüzünü görmek istemediğim bir adam yüzünden. O benim yüzümü görmemeye o kadar hazırlıklı değilmiş ki, ardımdan o da akşam grubuna geçmişti. Bense ona kızıp ekip arkadaşıma bağırıyordum sürekli. Bir gün dayanamayıp gitti kavga etti adamla. "Senin yüzünden benden çıkarıyor hıncını" değildi üstelik bu kavganın konusu. Peşimi bırakmıyor diye dayamıştı 19 santimlik Victorinox'u boğazına.
Okul bittikten sonra ikisini de uzun süre görmedim. Dişi aslanı kapmak için şaha kalkan yeleli aslanlar gibi sürekli ettikleri kavgaları da, o gün bulaşıkları yıkarken şefe duyduğum öfkeyi de, çantasını fırlatıp masama oturduğunda içten içe hissettiğim acıma duygusunu da unuttum bir süre sonra. Ama o hiç pes etmemişti beni sevmekten. Dışıma ördüğüm kalın beton duvara rağmen, görmüştü duvarların arkasına hapsettiğim "ben"i. O benim iyi biri olduğumu sanıyordu. Ya da o zamanlar, ben kötü biri olduğumu zannedecek kadar yorgundum bir intiharı düşünmekten. Henüz hazır değildim birinin o duvarlara kazma vurup yıkmasına. Tabi sonra ben kendim yıkıp, davet ettim birini içeriye de ne oldu? İçeriye girip yağmaladı bütün duygularımı. Darmadağın etti içimi.
O ise, içimi darmadağın edenlerden sonra, etrafı toplama derdinde. Kalbimin tozunu alıyor. Pansuman yapıyor 3.derece yanıklarımın üzerine. Şimdi, yine uzatıyor elini hayatım boyunca görmediğim bir sabırla. Kendinden emin. Verdiği güven duygusu odadan, evden taşıp bulutlara ulaşıyor bakınca. Hayaller kuruyor, kurdurtuyor; içinde ikimizin olduğu. Yaşlılığımızdan bile bahsediyor. Yüzümü güldürme misyonu verilmiş bir iyilik meleği gibi dikiliyor karşımda dalyan gibi boyu, yeşile çalan gözleriyle. Kendime sorular soruyorum; bu kez benimle ilgili sorular. Kendime mi güvenmiyorum, yoksa unuttum mu bir intiharın ne kadar acıttığını diyorum. Bir kez daha göze alabilir miyim birinin yok oluşuna sebep olmayı? Ya da içim zaten tıka basa dolu da yer kalmamış mı üzerine dolduracak? Belki de strateji değiştirip; ben, beni isteyen birini sevmeyi denemeliyim bu sefer. İstemeyen birini ikna etmeye çalışmaktan daha kolaydır belki de, kendim ikna olmam.
Bana uzatılan bir eli tutmayacaksam, tutamayacaksam; o da benim ayıbım olsun.
Gerisi hep muamma.
Koca bir soru işareti hep cümlelerimin sonu.
* (Birisine not: Tarih tekerrürden ibarettir. Tanıdık geldi mi bu yazı?)
* (Bahsi geçen kişiye not: Olur da okursan bu yazımı, gel söyle bana. Daha anlatacaklarım var.)