6 Haziran 2018 Çarşamba

"İlk taşı günahsız olan atsın"

Bu dünyadaki en büyük paradoks, kendinden kaçabilmek için, kendine doğru koşmak zorunda olmaktır.

Yanılıyor olmak isterdim. İnsanlar hakkında yanılıyor olmak.. Neden büyük bir çoğunluk gibi kendimi kandırmayı beceremiyorum ki ben? Kimseyi sevebileceğim kadar tanımak istemiyorum.

"Kimseyi yalan söylediğini anlayacak kadar tanımak istemiyorum" demiş Tezer Özlü de.

Aslında birinin yalan söyleyip söylemediğini anlamak için onu tanımama da gerek yok. Ben "insan"ı tanıyorum. İnsan doğasını biliyorum. Hayatım boyunca herkesten daha fazla insan doğası üzerine kafa patlattım çünkü. Tek düşündüğüm/düşünebildiğim buydu.

5 yaşında okumayı öğrendim.

Bir gün, "Oku bakalım ne yazıyor burada?" diye kitaplıktan rastgele bir kitap göstermişti birisi. Kitabı kimin gösterdiği kati'yen aklımda değil; ama okuyabildiğimi kanıtlamak için yüksek sesle söylediğim o cümle sanki dün gibi aklımda.

"İnsan ne ile yaşar?"

Beynime büyük harflerle kazınmış bir cümle.. O günden sonra her an bunu düşündüm. İnsan neyle yaşıyordu? Nasıl yaşıyordu? Neden yaşıyordu? İnsanları gözlemlemek, onların hayatını tahmin etmek çocukluğumda en sevdiğim oyunlardan biriydi. Mesela nasıl bir evde yaşıyorlardı, anneleri-babaları, çocukları nasıl insanlardı? Evden çıkarken vedalaşıp, eve girince selamlaşıyorlar mıydı? Kendi kendime hayatlarının nasıl olduğunu tahmin etmeye çalışırdım. Büyüdükçe gözlem yeteneğim de gelişti. Kimsenin dikkat bile etmediği detaylar, benim için o insanın iç dünyasına giriş anahtarı demekti.

En nihayetinde, "şeytan ayrıntıda gizlidir."

Bir insanı gerçekten tanımak istiyorsan, gösterdiklerinden çok göstermediklerine bakman gerekir. Çünkü herkes, karşısındakine sadece göstermek istediği kadarını gösterir. Asıl gerçek, göstermediği kısımdadır. İzlendiğini bilmediği anda kendisi olabilir insan.

Birinin yalan söyleyip söylemediğini anlamak için, adını bile bilmeme gerek yok.
"İnsan", yalan söyler. Her koşulda, herkes yalan söyleyebilir. Asıl mesele bu yalana inanıp inanmayacağına karar vermektir. Çünkü ortada bir yalan varsa, beynin sana en az acı verecek olanı doğru kabul etmeye programlanmıştır. Gerçekler acıdır. Zehir gibi yakar içini. İşte bu yüzden, daha tatlı olan yalana inanmaya meyillidir insan. Aslında ortada kandırılma falan yok. Bir kandırılma varsa da, bu ancak kendi kendisini kandırmasıdır insanın..

"İnsan ne ile yaşar?"

İnsan, yalanla yaşar. Başkalarına söylediği yalanlarla, ama en çok da kendine söylediği yalanlarla.

İnsan hayatı, ana rahminden kan, plasenta ve dışkıyla çıktığını inkar ederek "nur topu gibi" bir yalanla başlar, ve tabuta girdiğinde, camiden çıkan ve adını bile bilmeyen ahalinin "nasıl bilirdiniz?" sorusuna, "iyi bilirdik" yalanıyla son bulur.

Hayat başlı başına bir yalan silsilesidir.
Hayatın kendisi koskoca bir yalandır.

Keşke, yalanlara inanabilecek kadar dürüst olabilseydim.