13 Ağustos 2020 Perşembe

Sabotaj.

"Mutlu olmayı deneyemezsin. Ya mutlusundur, ya da değil."

Mutluluğun tanımı nedir? Mutsuz olmamak, mutlu olmak sayılır mı?
Aslında her şey bizim algımızla ilgili. Mutluluğun bir tanımı yok. Birkaç hormonun salgılanma oranına karar veren küçücük bir parçası sayesinde beynimizin. Mutluluğumuz, olaylardan bağımsız.

Beyin çok ilginç bir organ. Bizi biz yapan şey hatırladıklarımız değil, unuttuklarımız demiştim. Yani beynimizi çimenlik bir alan ve nöronlar arasında iletişimi sağlayan sinaps'ları da patikaya benzetecek olursak; gördüğümüz, öğrendiğimiz, yaptığımız her şeyde rastgele yollardan yürüyoruz. Sürekli aynı yoldan gittiğimizde, o yollar bir süre sonra çimenlikteki patikalara dönüşüyor. Sürekli yeni patikalar yaratıyoruz. Kullanmadığımız patikalar da zamanla kayboluyor. Haritamız hatırladıklarımızla değil, unuttuklarımız sayesinde oluşuyor. Her şeyi hatırlasaydık, beynimize giren her bilgiyi tekrar tekrar kullansaydık, çimenliğimiz arapsaçına dönerdi. Unutarak şekillendiriyoruz haritamızı. Kullanmadığımız bilgileri, görüşmediğimiz kişileri, anmadığımız geçmiş günleri unutarak... 

Bir bebeğin beyninde 100 trilyondan fazla sinaps varken, yetişkin olduğunda bu sinapsların yarısı yok oluyor. İlginç ve biraz da melankolik. 

Bir de insan bir anıyı her hatırlayışında, o anıyı değiştiriyormuş. Yani ısrarla sürekli hayal ettiğin o anı, gerçeklerden gittikçe uzaklaşıyor. Her düşünüşünde deforme ediyorsun, ne acı. İnsan bunu öğrendiğinde kendi beynine bile güvenemiyor. 

İnsan beyni her zaman ilgimi çekti. Ama David Eagleman'ın kitaplarını okuduktan sonra kendimiz hakkında ne kadar az şey bildiğimizi fark ettim. Belki de sonsuza kadar çözemeyeceğimiz en büyük sır beynimiz. Mesela şizofrenide; olmayan sesler, olmayan görüntüler ve olmayan kokular duyuluyor. Bunun sebebi beynin kimyasındaki değişiklikler. Sebebini hala çözebilmiş değiller. Ama şöyle bir gerçek var ki; insan beyni ses, görüntü ve koku duyusu yaratabiliyor. Yani böyle bir gücü var. İnsan gördüklerinin, duyduklarının beyninin bir oyunu olmadığına nasıl emin olabilir ki? Rüya görüyoruz. Rüyadayken gerçeklik hissini yaşıyoruz. Rüyanın içindeyken çoğu zaman bunun rüya olduğunun farkında değiliz. Bu hissi beynimiz kendi kendine yaratıyor. Bir senaryo yazabiliyor, olayları kurgulayabiliyor, gerçek hayatta hiç tanımadığımız kişiler ve kişilikler yaratabiliyor. Sesler, manzaralar, mekanlar... Bizim kontrolümüz olmadan beynin kendi kendine bunları yapabiliyor olması oldukça ürkütücü. Bunu biz uyanıkken de yapmadığına nasıl emin olabiliyoruz? Bunları hep düşünmüşümdür, belki daha önce yazmışımdır da. Belki de şu anda bunu daha önce yazıp yazmadığımı düşünürken de beynim bana oyun oynuyordur. İnsan, tam kontrolü elinde olmayan bir beyne sahipken, hiçbir şeyden emin olmamalı. Kesin olan tek şey, hiçbir şeyin kesin olmadığı...

Ve Hipokrat'ın dediği gibi: "Bütün zevklerimiz, mutluluğumuz, kahkahalarımız ve jestlerimiz ve acılarımız, kederlerimiz, ümitsizliklerimiz ve gözyaşlarımız beyinden ve yalnızca beyinden kaynaklanır."

Mutsuzluğun vücudu yok. Mutsuzluk bir nesne değil. Elle tutulur somut bir şey de değil. Sadece bir düşünceden ibaret. Beynin yarattığı bir his, bir illüzyon. Tıpkı rüyalarımız gibi. Her şey beynimizin içinde olup bitiyor. Bize kendimizi mutsuz hissettiren, kendi beynimizden başkası değil. 

Kafatasımızın içinde bir düşmanla yaşıyoruz...