20 Kasım 2020 Cuma

Eksik bir şey...

Hep aynı karanlık.. Aynı yıkık dökük evler rüyalarımda gördüğüm. Tamamlanmamış inşaatlar. İndikçe daha da karanlıklaşan, dibi görünmeyen merdiven boşlukları. Kaybolmuşum, kaçıyorum. Neden ya da kimden kaçtığımı bilmeden. Bir yerlerden tanıyormuşum da hatırlamıyormuşum gibi o yerleri. Duvarlar kirli, rutubetli, yosunlu. Havada kömür kokusu insanın ciğerlerini yakan. Bildiğim bir yerdeyim, ama nerede olduğumu bilmiyorum. Hep aynı özlemle, hep aynı kalp sızısıyla açıyorum gözlerimi. 

Pişmanlıklarım birike birike, çoğala çoğala, ben üstüne avuç avuç toprak atıp kapatmaya çalıştıkça, daha da büyüyerek, yokuş aşağı yuvarlanan ve hiçbir engele aldırış etmeyen kartopu gibi, gelip üzerime yığılıyor. Kıpırdayamıyorum. Nefes alamıyorum. Hayattayım ama yaşamıyorum. Belli belirsiz bir gölge gibi zifiri karanlıkta ruhum. Hiçbir şey istemiyorum; hiçbir şey beklemiyorum. Yarını merak etmiyorum. Ve annem soruyor gözüm ne zaman uzaklara dalsa; "Neyin var?" diye. "Hiçbir şeyim yok" diyorum. Hiçbir şeyim yok. Gülümsüyorum sonra kendi cevabıma. Çocuk düşlerle oynadığım bu oyun geliyor aklıma. "Hiçbir şeyim yok"

Ben ki bir ihtimal uğruna mutluluğumu harcamayı herkesten iyi bilirim. Kırılgan ama hep o kuyruğu dik tutma telaşında ben. Kırıldıkça kıran, kırılmamak için kaçan, kendimi her şeyden sakınan ah ben. Çok zor büyüttüm içimdeki çocuğu. Şimdi onun bir damla göz yaşı bile bir okyanus bana. 

Herkes gibi olmak isterdim. Bilmemek, duymamak, kurallarına göre oynamak her oyunu; ama ben iflah olmaz bir oyun bozanım. Gururum, en büyük kusurum. Kimseye söyleyemem derdimi ama isteseler açıp gösteririm içimi, yaralarımı bir bir. Dokunmalarına bile izin veririm o yaralara parmak uçlarıyla. Ama insanlık, hissizleşerek evrim geçirdi. "Kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya..."

Yine de içimde bitip tükenmek bilmeyen bir umut var işte. Umudum olmasa ne kalırdı ki benden geriye? O yüzden "Beni sevsene" der gibi bakıyor gözlerim bir sokak kedisine bile.